MûsâVI: Hz. Mûsâ-Hızır Buluşması. İsrailoğullarının binlerce kilometrelik yolculuğun sonunda ortaya koydukları çirkin tavır, Mûsâ (as) ve Hârûn’u çok üzmüştü. Onlar, bu topluluğun Allah tarafından bunca nimetle ödüllendirilmeyi hak etmediklerini düşünüyorlardı. Bunun cevabı Mûsâ’nın çıkacağı bir
GÜNCELLEME 09.05.2020 11:13. Hz. Musa bir gün dağlarda dolanırken Allah’a dua eden bir çobana rastlar. Çoban kendini duaya o kadar kaptırmıştır ki bu içten hali Hz.Musa’nın
Şüphesizki Hz. Hızır âlim, fazilet sahibi, büyük bir Allah dostu idi. Hz. Musa gibi bir Peygamber bile O’ndan bazı hadiseler sebebiyle ders almıştır. Hz Musa ile Hızır kıssası. İsrailoğullarının ardı arkası kesilmeyen isyan hareketleri Musa (A.S.)’ı iyiece sıkıntıya uğratmıştı. Birgün genç arkadaşına:
Hz. Musa ile Hızır kıssası. Kayıtsız Üye daha önce bir büyükten dinlemştim fakat şimdi tam olarak hatırlayamıyorum. ALLAH (c.c) hz. musanın yanına birini gönderiyor. musa diyor ki soru sorma neyi neden yaptığımı sorma. beraber bir yolculuğa çıkıyorlar.
Rasûlullah (s.a.s.), Hızır (a.s.)'ın ilmiyle ilgili olarak, gemi yolculuğu sırasındaki bir konuşmayı şöyle nakleder: "Bir serçe, denizden gagasıyla su alıp, gemiye konmuştu. Hızır (a.s.) bunu Hz. Musa'ya göstererek şöyle dedi: Allâh'ın ilmi yanında, benim ve senin ilmin, şu serçenin denizden eksilttiği su kadar bir
cash. 11 Ağustos 2022 Perşembe E-Gazete ... Güncel Dünya Ekonomi Sağlık Teknoloji Eğitim Aile Bölgeler Son Dakika Yazarlar Tümü Güncel Dünya Sağlık Ekonomi Eğitim Bilim & Teknoloji Kültür & Sanat Araştırma Analiz Röportaj İlim & İrfan manşetler İslam Tarihte Bugün İnzar Dergisi Nisanur Dergisi Söz ve Kalem Xeberen Kurdi Arapça English News Farsça Spor Z. Mektup Var Haber-Yorum Fetva Kurulu Kadın Aile çocuk Duyuru Ramazan Kim Kimdir? Okur Köşesi Yazı Dizisi Siyaset Gemisi Etkinlikler Ana Sayfa İlim & İrfan Hz. Musa ile Hz. Hızır Kıssası
KAPAK - Hz. Musa Aleyhisselam ve Hz. Hızır Aleyhisselam Kıssası İlim öğrenme isteği, sabır, tevekkül, merak, zulmün karşısında durma, olayların ardındaki sır… Birçok konuda bize örnek olan bir kıssa… Hz. Musa aleyhisselam ile Hz. Hızır aleyhisselam’ın kıssası. Musa aleyhisselam Ya Rabbi! Kulların içinde benden daha alimi varsa bana göster dedi. Allah Teâlâ Evet, senden daha alimi var buyurdu. Musa aleyhisselam Öyleyse onu nerede arayayım dedi. Allah Teâlâ İki denizin birleştiği yerdeki kayanın yanında, balığı kaybettiğin yerde buyurdu. Hani atalarımız demiş ya bin biliyorsan da yine de bir bilene sor diye. Burada da sanki böyle bir durum var. Alim olan Allah’tır, kullarsa Allah’ın ilminden kendilerine ne kadar düştüyse o kadarına sahiptir. Yani kimse tam manasıyla ilimlerin hepsine sahip olamaz. Herkesin bilmediği bir yerler, bir şeyler vardır. Bu kişi peygamber olsa bile. Burada da bu durumla karşı karşıyayız. Allah Teâlâ, Hz. Musa aleyhisselam’a bir ilim öğretmiştir. Hz. Hızır aleyhisselam’a da bir ilim öğretmiştir. Hz Musa aleyhisselam bin bir türlü imtihan yaşayıp her birinden farklı dersler çıkarıp farklı ilimler öğrendiği halde yine de ilim sevdasından vazgeçmemekte ve kendisinden farklı bir ilme sahip olan Hızır aleyhisselam’a arkadaşlık etmek isteyip onun ilminden de faydalanmak istemektedir. Hz. Musa aleyhisselam’ın Hızır aleyhisselam’ı bulacağı yerin tam olarak belli olmaması da bize ilmin sabır gerektirdiğini, aynı zamanda bir arayış içerisinde olmamız gerektiğini öğretmektedir. Yine buradan çıkaracağımız bir diğer ders, ilim yolunda tevekkül göstermenin çok önemli olduğudur. Musa aleyhisselam bir balık aldı ve onu bir zembil içine koydu. Musa, genç adamına demişti ki “İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim yahut senelerce gideceğim.” Bunun üzerine ikisi de iki denizin birleştiği yere vardıklarında balıklarını unuttular. Bu arada balık, denizde yolunu bulup kaybolmuştu. İki denizin birleştiği yeri geçtikleri zaman Musa, genç arkadaşına “Kuşluk yemeğimizi getir. Gerçekten biz bu yolculuğumuzda epey yorulduk” dedi. Genç “Gördün mü, dedi. Kayaya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unutmuşum. Onu hatırlamamı, muhakkak şeytan bana unutturdu. O denizde garip bir yol tutup gitmişti.” Musa da demişti ki “İşte aradığımız o idi.” Bunun üzerine izlerine dönüp gerisin geri gittiler. Nihayet kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik. Musa ona “Allah’ın sana öğrettiği ilim ve hikmetten bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?” dedi. Hızır Dedi ki “Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin. İçyüzünü kavrayamadığın şeye nasıl sabredeceksin?” Musa “İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmeyeceğim” dedi. Hızır dedi ki “O halde bana tabi olacaksın; ben sana sırrını anlatmadıkça, hiçbir şey hakkında bana soru sorma!” Bunun üzerine ikisi beraber yürüdüler. Nihayet gemiye bindikleri zaman, o kul Hızır gemiyi deldi. Musa, ona şöyle dedi “Geminin içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın.” Hızır “Sen benimle asla sabredemezsin, demedim mi?” dedi. Musa dedi ki “Unuttuğum şeyden dolayı beni suçlama ve bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma.” Yine gittiler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında Hızır hemen onu öldürdü. Musa “Kısas olmadan masum bir cana nasıl kıyarsın? Doğrusu sen çok fena bir şey yaptın” dedi. Hızır Dedi ki “Doğrusu sen benimle asla sabredemezsin demedim mi sana?” Musa Dedi ki “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam bana arkadaş olma! Hakikaten benim tarafımdan ileri sürülebilecek son mazerete ulaştın. Bunun üzerine yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yemek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. Hızır hemen onu doğrulttu. Musa “İsteseydin elbet buna karşı bir ücret alırdın” dedi. Hızır dedi ki “İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim.” “Gemi, denizde çalışan birkaç yoksula aitti. Onu kusurlu kılmak istedim, çünkü onların ilerisinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı.” “Oğlana gelince, onun ana-babası mümin kimselerdi. Çocuğun onları azgınlık ve inkâra sürüklemesinden korktuk. İstedik ki Rableri onun yerine kendilerine ondan temizlikçe daha hayırlı ve daha çok merhamet eden birini versin.” “Duvar ise, o şehirde iki yetim oğlana ait idi. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Onun için Rabbin istedi ki o iki çocuk erginlik çağlarına ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ve ben bunların hiçbirini kendiliğimden yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin içyüzleri budur.” Bu kıssadan kendimize çıkaracağımız hisseleri şöyle özetleyebiliriz Peygamberler ilim sevdalısı insanlardır. İlim; çaba, gayret, sabır, tevekkül gerektirir. Kendisine kitap verilmiş bir peygamber bile ilim yoluna hiç vakit kaybetmeden çıkıyorsa bizim dönüp kendimize bir bakmamız, çeki düzen vermemiz, üzerimizdeki miskinliği atıp harekete geçmemiz gerekmektedir. Bizim şer olarak gördüğümüz şeylerde nice hayırlar vardır. Hz. Musa’nın Hızır aleyhisselam’a karşı çıkması onun ilminin gerektirdiğidir. Bizlerin de bir kötülük gördüğümüzde bunu düzeltmek için var gücümüzle çalışmamız gerekmektedir. Başımıza gelen olaylara sabretmemiz gerekmektedir. Üç gülük dünya hayatını Allah’ın rızasına uygun yaşayıp sonsuz rahmete kavuşmak için çaba sarf etmemiz gerekir. Vel hâsılı kelam; Azim, Çaba, Gayret Sabır, Tevekkül bizden, Takdir ve Tevfik Allah’tan. Selam ve dua ile… Kaynakça Kehf, 18/60-82 Buhari, İlim 44
KEHF SURESİ 60 – 82. AYETLER Hani Musa beraberindeki gence şöyle demişti ’İki denizin birleştiği yere kadar yoluma devam edeceğim, bu yolda uzun yıllar harcamam gerekse bile! ’ Fakat iki denizin birleştiği yere vardıklarında balıkları bütünüyle akıllarından çıktı ve balık denize dalıp gözden kayboldu. / Denizde kendisine bir yol buldu. Oradan uzaklaştıktan sonra Musa beraberindeki gence ’ Öğlen azığımızı çıkar. ’’ dedi, ’ Doğrusu, bu yolculuk bizi bir hayli yordu! ’ Genç; ’ Olacak şey mi bu? ’ dedi, ’ O kıyının yanında dinlenmek için durduğumuzda, nasıl olduysa balığı unutmuşum. Bunu olsa olsa bana şeytan unutturmuş olacak! Tuhaf şey, balık nasıl da yol bulup suya ulaştı.’ Musa heyecanla, ’ Demek aradığımız yer orasıydı! ’ diye bağırdı. Bunun üzerine izleri üzerine / izlerini takip ederek gerisin geriye döndüler. Ve orada kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, üstün bir bağışta bulunarak bir bilgiyle, ilimle donatmıştık. Musa ona, ’ Neyin doğru olduğu konusunda sana verilen bilgiden bana da öğretmen için senin peşinden gelebilir miyim? ’ dedi. Adam; ’ Sen benimle birlikteyken olacak olanlara katlanamazsın, sen benimle birlikteliğe asla sabredemezsin. ’ dedi. ’ Çünkü iç yüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin? ’ Musa, ’ İnşallah / Allah dilerse, beni sabırlı biri olarak bulacaksın ve ben hiç bir konuda sana uyumsuzluk göstermeyeceğim. Hiç bir işte sana karşı gelmeyeceğim. ’ dedi. O da şöyle dedi; ’ Pekala, o halde eğer benim peşimden geleceksen yapacağım şeyler hakkında, bu hususta ben sana bir açıklamada bulununcaya kadar bana hiç bir şey sormayacaksın. ’ İkisi böylece yola koyuldular, sonunda bir kıyıya vardılar ve onları karşı kıyıya taşıyan tekneden inecekleri zaman, bilge kişi teknede bir delik açtı. Musa bunu görünce ’İçindekileri boğmak için mi onu deldin? Doğrusu çok vahim, şaşılacak bir şey yaptın! ’ diye çıkıştı. Adam, ’ Ben sana, benimle beraberliğe asla katlanamayacağını söylememiş miydim? ’ dedi. Musa, ’ Kendimi kaybettiğim / unuttuğum için beni paylama ve beni yaptığım işten dolayı zora koşma, güçlük çıkarma. ’ dedi. Yine yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocuğuyla karşılaştıklarında adam hemen onu öldürdü. Musa bunu görünce; ’ Bir başka cana karşılık olmaksızın masum bir cana kıydın, öyle mi? Gerçekten çok korkunç bir iş yaptın sen! ’ diye çıkıştı. Adam, ’ Ben sana, benimle beraberliğe asla katlanamayacağını söylememiş miydim? ’ dedi. Musa, ’ Bundan böyle sana bir şey hakkında soru sorarsam artık benimle arkadaşlık yapmazsın. Çünkü artık benden yana yeterince özür işittin. ’ dedi. Bunun üzerine yeniden yola koyuldular. Derken, bir kasaba halkıyla karşılaştılar. Onlardan yiyecek bir şey istediler, ama bu ahali onlara konukseverce davranmaya hiç yanaşmadı. Derken, orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar gördüler. Adam, hemen o duvarı onarıverdi. Musa bunu görünce; ’ Eğer dileseydin, hiç değilse yaptığın bu iş için bir ücret alabilirdin. ’ dedi. Adam, ’ İşte böylece seninle yol ayrımına gelmiş olduk.’’ dedi. ’ Şimdi sana, sabır gösteremediğin bütün o olayların iç yüzünü anlatacağım.’’ ’ O tekne, geçimini denizden sağlayan yoksul insanlara aitti. Ona hasar vermek istedim, çünkü peşlerinde her sağlam tekneye zorla el koyan bir hükümdar olduğunu biliyordum. O genç adam da, ki anası babası mümin kimselerdi, taşkınlıkları ve inkarcı eğilimleriyle onlara çok derin acılar vereceği, onları azgınlığa ve küfre sürükleyebileceği yolunda kaygı verici belirtiler görmüştük. Onu öldürürken Rablerinin o ana-babaya onun yerine ondan daha temiz karakterli ve merhamette ondan daha ileri başka bir çocuk vermesini istedik. Ve duvara gelince, duvar o kasabada yaşayan iki yetim oğlan çocuğuna aitti ve altında hukuken onların olan bir hazine gömülüydü. Onların babası dürüst ve erdemli biriydi, bunun içindir ki, Rabbin onların ergenlik çağına eriştiklerinde o hazineyi Rabbinden bir bağış olarak kazıp çıkarmalarını irade etti. Ben bütün bunları kendiliğimden, kendi görüşüme göre yapmadım. İşte senin sabır göstermediğin bu olayların gerçek anlamı / iç yüzü budur. ’ Bu bir sayfalık kıssadan bir kitaplık hisse çıkartmış Nilüfer Dinç. Onun bu kitabından bazı şeyleri çıkararak, bazı şeyleri de ekleyerek kendi görüşlerime daha yakın bir yazı çıkarmaya çalışacağım. Bir rivayete göre Hz. Musa, bir keresinde, insanların en bilgesi olduğunu iddia ettiği için Allah tarafından azarlanmış ve kendisine vahiy yoluyla, ’ iki denizin birleştiği yerde ’ yaşayan bir Allah kulunun kendisinden daha bilge olduğu bildirilmişti. Hz. Musa bu adamı bulmak yönünde ısrarlı bir istek gösterince, Allah da ona bir sepete balık koymasını ve balık kayboluncaya kadar yoluna devam etmesini emretti. Balığın kaybolması amaca erişildiğinin işareti olacaktı. Şüphe yok ki bu rivayet, bizim Kur’an kıssamıza temsili bir giriş niteliğindedir. Hem Kur’an’da, hem de rivayetlerde geçen bu balık imajı, mümkündür ki, mutlak bilgiyi, yahut ebedi hayatı simgeleyen eski bir dini sembol olsa gerektir. İki denizin birleştiği yer ifadesine gelince iki denizin iki tür bilgi kaynağını ya da bilgi akışını yani harici olay ve olgulara ilişkin gözlem ve muhakemeler yoluyla elde edilen zahiri bilgi duyularla algılanan, akıl ve muhakemeyle varılan bilgi ile mistik sezgi ve müşahedeler yoluyla elde edilen batıni bilgiyi, yani görünmeyen gizli bilgi, açığa çıkması için özel bir eğitim ve sabrı gerektiren bilgiyi simgelediği söylenebilir. Bu görüşe göre Hz. Musa’nın arayışının gerçek amacı bu iki tür bilginin buluştuğu sınıra varmaktan ibarettir. Gerçekten de ölü balığın dirilip kaçtığı, can veren bu yeri coğrafi bir mekan olarak kabul etmek ne derece yeterli olur? Orası insanın daralmış şuurunun ötesine çıktığı, diğer anlamda yeniden doğduğu özel idrak alanıdır. ’ Gördün mü! Kayaya sığındığımız sırada balığı unutmuşum.’’ Kaya, taş sembolü Kur’an’da başka yerlerde de kullanılmıştır. ’ Sonra bunun ardından kalpleriniz yine katılaştı, taş gibi hatta daha katı oldu. Çünkü taş vardır ki, içinden ırmaklar fışkırır. Taş vardır ki yarılır da içinden sular çıkar. Taş da vardır ki, Allah korkusuyla yerinden kopup düşer. Allah yaptıklarınızdan hiç bir zaman habersiz değildir.’’ Bakara suresi 74. Ayet. Onların bu sembolik balığı unutmaları, muhtemelen, insanın sık sık bilgi ve hayatın nihai kaynağının Allah olduğu gerçeğini unutmasını, yani kalplerinin taşlaşmasını ifade eden bir ima olması muhtemeldir. ’ Oradan uzaklaştıklarında Musa beraberindeki gence öğlen yemeğimizi getir, bu yolculuğumuzdan dolayı çok yorgun düştük dedi.’’ Hz. Musa aradıkları yeri geçtikten sonra yorgunluk duyar. Aradıkları yeri geçmelerinin ardından Hz. Musa’nın yorgunluk hissetmesi, fiziksel yorgunluğun ve açlığın ötesinde bir durumdur. Hz. Muhammed, ’ Hz. Musa, kendisine emredilen yeri geçinceye kadar sıkıntıya düşmemişti. ’ açıklamasında bulunmuştur. Burada gözden kaçırılmaması gereken iki nokta var. Birincisi, planın dışına çıkıldığında yaşanan ruhsal ıstıraptır. Acı ve ıstırabın insanın uyanmasına, farkındalığa ulaşmasına yönelik fonksiyonunu düşünürsek, Hz. Musa da ancak yorgunluk ve açlığının yönlendirmesiyle daha önce fark etmediği noktaya geri döner. Hakikat yolunda ilerlerken yolun üstündeki taşlar, engeller planın dışına çıkmış olduğunu fark etmeyen arayış yolundaki kişiye bir uyaran, diğer anlamda bir yol gösterendir. Unutmamak gerekir ki, insana taşıyabileceğinden daha ağır bir yük verilmemiştir. ’ Allah hiç kimseye taşıyabileceğinden daha fazlasını yüklemez.’’ Bakara Suresi 286. Ayet. Hiçbir varlığın planını altüst edici nitelikte bir ıstırapla karşılaşmayacağı, bunu karşılayabilecek bir içsel gücün herkeste mevcut olduğu bilgisini hatırdan çıkarmamak gerekir. Hz. Musa da ufak bir uyaranla planın dışına çıktığını fark eder ve geri döner. Planın dışına çıkışın sonucu hissedilen yorgunluk, fiziksel bir uyaran olarak değerlendirilebileceği gibi, ruhsal bir sıkıntı olarak da yorumlanabilir. Buna göre ikinci yorum da zahiri bilgiyle hareket eden Hz. Musa’nın, batıni bilgiyle karşılaştığında yaşadığı sıkıntı ve yorgunluktur. Şeriat bilgisiyle batıni yolda ilerlemek mümkün değildir. Allah’tan gelen aracısız bir akış olan bu bilgiyle bütünleşmek özel bir yetenek ve çabayı gerektirir. ’ Doğrusu onu sana söylememi bana ancak şeytan unutturdu.’’ Şeytan dünya üzerindeki negatif tesir planlarını ifade eder. İnsanın kendisinin yarattığı negatif düşünce formları da buna dahildir. Negatif düşünceler yoğunlaştığında bunlar adeta bir varlık gibi insan üzerinde etkileşimde bulunur. Yuşa’nın ifadesinde görüldüğü gibi şeytanın Allah’ın iradesi içerisinde kalarak, insanı aldatma, yanılgıya düşürme, geriletme, unutturma gibi fonksiyonları bulunur. Şeytanın bu fonksiyonları Kur’an’da pek çok kereler ifade edilmiştir. ’ Şayet şeytan sana unutturursa, hatırladıktan sonra kalk, o zalimler grubu ile beraber oturma. ’ En’am Suresi 68. Ayet. Şeytanın gücü sınırlı olmasına rağmen Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır. Nisa Suresi 76. Ayet insan sahip olduğu ilahiliği unuttuğunda onun tesiri altına girer. Şeytanın insana yolu şaşırtması, baştan çıkarması, unutuşa sürüklemesi ve insanı düştüğü gaflet anında etkisine alması bir aradadır. Bu olayda da şeytan Musa peygamberin batıni bilgiye ulaşmasını engellemek için yanındaki kişinin unutmasını sağlamış, gerçeği arayışlarına engel olmak istemiştir. İnsanın unutan bir varlık olduğu Kur’an’da pek çok kez dile getirilmiştir. Burada unutulan şeyin balık olması da dikkate değerdir. İnsan özü itibariyle ezelden sahip olduğu bilgiyi dünyaya gelirken bedenleşmeyle beraber yaşadığı daralmanın sonucu unutmuştur. Ancak varlığının derinliklerinde bu bilgi balık gömülüdür. İki denizin birleştiği yere varınca yani özüyle bağlantı kurunca bu bilgi canlanır. Birey, hakikatle temas etmeye, aslına kavuşmaya niyet ettiğinde o kapı açılır, balık suya giden yolu bulur. Görünenin bilgisi, akıl yürütmeyle elde edilebilen bilgi insanı ancak bir yere kadar getirebilir, oradan sonra ölü balık gibi insanı diriltecek uyandıracak mana denizine girmek gerekir. Kur’an’da bir çok yerde aklın önemi vurgulanır, yola akılla, muhakemeyle irtibatlı zahiri bilgiyle çıkılır. Yolun başlangıcı gösterilir ancak aklı, bilgiyi kullanmak gelişim yolunda ne kadar gerekliyse de sıra deneyüstü müteal olana geldiğinde yetersiz kalacağı aşikardır. Mevlana bu hakikati çok güzel dile getirmiştir ’ At ve üzengi, deniz kıyısına kadar gider. Ondan sonra tahtadan at gerek. Aklın seni padişah Allah kapısına getirinceye kadar iyidir, aranır ve istenir. Fakat, kapıya geldiğin zaman sen onu boşa. Çünkü, o artık senin için zararlıdır. Yolunu keser. O’na ulaşınca kendini bırak, artık senin nedenle, niçin ile ilgin kalmamıştır.’’ Musa, ’ İşte aradığımız bu idi.’’ dedi. ’ Bunun üzerine tekrar izlerini takip ederek gerisin geri döndüler.’’ Aradıkları yeri geçtiklerinin farkına vardıktan sonra izleri takip ederek geri dönmeleri yolculuklarında bir iz bırakarak ilerlediklerinin ifadesidir. İz bırakmak hakikat yolundaki sonsuz yolculukta yolu kaybetmemenin anahtarıdır. Sonsuz yolculukta her iz, bir sonrakine ışık tutmuş, yolunu kaybedenlere, yeniden başlamak isteyenlere bir adım olmuştur. Bu sebeple kendini bilme, hakikat yolunda daha öncekilerin bıraktıkları izler hem yolun seyrini, bulunduğu aşamayı takip edebilme hem de her şeyi en başından deneyimleyerek ilerlemek yerine bu yolda yürüyenlerin, yol açıcıların bilgi ve tecrübelerinden yararlanmak açısından çok değerlidir. ’ Samiri onlar için, böğürmesi olan bir buzağı heykeli çıkardı. Dediler ki; Bu hem sizin hem de Musa’nın tanrısıdır. Ama Musa unuttu.’’ Musa dedi ’ Senin derdin neydi ey Samiri? ’ Samiri dedi ’ Onların görmediklerini gördüm. Resul’ün izinden bir avuç avuçladım da onu attım. Nefsim bana böylesini hoş gösterdi. ’ Taha Suresi Ayetler ’ Resulün izinden bir avuç ’ yani öğretisinden bir tutam, ya da, onun bir kısmını aldım ve onu öğretisinin muhtevasından çıkarıp attım. Samirinin Hz. Musa’nın öğretisinden bir kısmını reddetmesi, ya da sadece bir kısmını kabul etmesi, Samirinin putperestliğe ve Allah’tan başka nesnelere ya da varlıklara tanrısal nitelikler yakıştırmaya ilişkin eğilimlerini açığa vurmaktadır. ’ Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik. ’ Kur’an, Musa peygamberin buluştuğu kulun adını açıklamamış ’ kullarımızdan bir kul ’ ifadesini kullanmıştır. Hadislerde bu esrarlı bilge kişiden ’Yeşil Adam ’ anlamında ’ el-Hazir ya da el-Hızr ’ olarak bahsedilmektedir. Bu, öyle görünüyor ki bir isimden çok bir sıfat, bir lakaptır ve bir kişiye izafe edilen bilgi ve hikmetin her zaman yeni, her zaman geçerli olduğunu ifade etmektedir. Bu husus, bizim bu kişinin şahsında, insan için varılması mümkün derinlikte kavrayış ve tecrübenin son derece derin olduğunu simgeleyen temsili bir kişilik ile karşı karşıya olduğumuzu teyit etmektedir. Kullarımızdan bir kul ifadesi, bu derin bilgiye vakıf varlıkların sayısının bir hayli olduğuna işaret etmektedir Buna göre her devirde her zaman bu özel bilgi ile donatılmış varlıklar hakikat arayışçılarına rehber olmuştur. Ayrıca isim verilmemiş olması da bu kişiden ziyade sıfatın öne çıkmasının istendiğinin göstergesidir. Hızır’ın yaptığı hareketlerin nedenlerini açıkladıktan sonra ’ Bunları ben kendi görüşüme göre yapmadım ’ sözü de göksel bağını ifade eder. Bu kişinin kimliğinin saklı tutulmasının diğer bir nedeni de bunun, peygamberlerin getirdiği gibi herkese açık ve davet eden bir bilgi değil sadece bu konuda arayışı olan kimselere yönelik olmasıdır. Musa ona, ’ Sana öğretilen bilgilerden bana, doğruya iletici bir bilgi öğretmen için sana tabi olayım mı ? ’ dedi. Peygamberlik en üst makam kabul edilirken nasıl olur da bir kul ona ilim öğretebilir? Ama aslında bir peygamberin bile bilgi arayışını bırakmaması insanlara verilebilecek en önemli mesajlardan biridir. İnsanın sahip olduğu bilginin her zaman bir üstünün var olacağı Kur’an’da açıkça dile getirilmiştir. ’ Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır. ’ Yusuf Suresi 76. Ayet Başı sonu olmayan bilgiye tümüyle erişmeyi beklemenin bir hayalden öteye gitmeyeceği açıktır. Kıssada buna sahip olmak için peygamberliğin de yetmeyebileceği vurgulanmıştır. Her şeyin olduğu gibi bilginin de tekamül yolunda pozitif yönü olduğu gibi negatif yönü de vardır. Burada kastedilen bilgi, sadece bir bilgi hamallığı yaratan bilgi değildir. Bu uykuyu daha da derinleştirir. Sadece uygulanan bilgi bir şuur genişlemesine sebep olabilir. Yalnızca zihinsel bir doyuma ulaştıran bilgi, teoride kalmış olmanın ötesinde varlığa da bir zaman sonra yük olacaktır. O yüzden derece derece ilerlemenin önemi burada karşımıza çıkar. Bilgiyi sindire sindire, hayatın içinde yaşayarak ilerlemeyle ancak bir üst idrak alanına çıkmak mümkün olabilir. Derece derece ilerleme, varlığın aldığı bilgilerin uygulamasını yapabilmek için gerekli sentez ve analiz zamanını sağlayan bir yasadır. İster edinim yoluyla olsun, ister içimizin derinliklerinden farkındalık alanımıza taşan bir ilham, sezgi olsun her türlü bilgi ve anlayışın yolculuğunda kısa bir dinlenme yeri olduğunu unutmamak gerekir. Bilginin sonsuzluğunun diğer bir yönü de batıni – zahiri mananın varolmasıdır. Batıni mananın varlığı zahirinin değerini azaltmayacağı gibi bunlar durum ve zamana göre de yer değiştirir. İnsanın tekamülüyle birlikte her devrin zahiri manasının çapı da artacaktır. Aynı zamanda bir batini mana daha derin bir anlayışa ulaşmış bir kişi için zahiri olacaktır. İbrahim Halveti bu konuyu özetleyen şöyle bir benzetme yapmıştır ’ Elimize aldığımız soğanın dışındaki kabuk zahir, onun altındaki batındır. Üst kabuğu soyduğumuzda onun altındaki zahir olacak, batın vasfı daha da alttaki kabuğa intikal edecektir. Bu hal, soymayı devam ettiğimiz sürece uzar gider. ’ işte kainattaki zahir – batın olayı da böylesine izafi bir karakter taşır. Diğer önemli bir nokta da bu kulun Musa peygamber dahil hiç kimse tarafından bilinmemesidir. Bilginin kimde olduğu görünüşe, zamana, mekana göre değerlendirildiğinde yanıltıcı olabileceği çok açıktır. Musa peygamberin Hızır’dan haberi ancak bir soru neticesinde olmuştur. Ama Hızır’ın Hz. Musa’dan haberi vardır. Yukarının eli her zaman yeryüzündedir, ancak Yukarısı perdeyi kaldırmalıdır ki Hz. Musa’nın haberi olsun. Adam şöyle dedi; ’ Doğrusu sen benimle beraberliğe asla sabredemezsin. İç yüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin? ’ Sabır, kelime anlamı olarak haksız ve üzücü bir duruma karşı tahammül gösterme ya da bir şeyin olmasını telaş göstermeden bekleme demektir. Ancak burada Hz. Musa’dan kelime anlamının ötesinde bir sabır beklendiğini görüyoruz. Sabır gösterebilmek için anlayabilme, onaylayabilme ihtiyacı hissediyor Hz. Musa. Oysa burada asla anlaşılamayan hatta mantık dışı, etik olmayan şeylere karşı bir sabır gösterilmesi bekleniyor. Sabır bir dış baskıya karşı tevekkül diyebileceğimiz bir duruştur. En basit ifadeyle bize acı, kötü, adaletsiz gelenin bir üst plandaki görünümünün bambaşka olduğu bilgisine vakıf olmayı gerektirir. Basit bir teslim oluş ya da kadere razı oluştan öte şuurlu bir sabırla yürümesi gerekiyor Hz. Musa’nın. Sabrın ancak insan nefsinin üstüne çıkabildiği noktada mümkün olabileceği, Kur’an’da da dile getirilmiştir. ’ Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır.’’ Mearic Suresi 19. Ayet Sabrın sadece bir dayanma gücü, bağrına taş basma ya da oluruna bırakma olmadığının diğer bir ifadesi de de Enfal Suresi 66. Ayette karşımıza çıkar; Allah sabredenlerle beraberdir.’’ Yaratılışından dolayı sabırsız olan insan ancak bilgiyle, kendi üzerinde çalışmasıyla, hakikati arayışla buna ulaşabilir ve ’ Allah’ın onunla beraber olması ’ bu yolda ruhsal yardımın yanında olacağını ifade eder. Hz. Musa da algı ve tasavvurunun ötesindeki olguları tam anlamıyla kavrayamaz ve nefsine hakimiyetini kaybederek sabırsızlık gösterir. Razi’ye göre Hz. Musa gibi bir peygamberin bile eşyanın nihai gerçeğini bütünüyle kavrayamadığına ve daha genel bir ifadeyle, insanın olağan koşullarda daha önce tecrübe ve müşahede etmediği türden bir olguyla karşılaştığında içine düştüğü itidal ve kavrayış eksikliğine işaret edilmektedir. ’ Tecrübe olarak kuşatamayacağın, iç yüzünü kavrayamayacağın şeye nasıl sabredebilirsin? ’ ayeti, Hz. Musa’nın sonraki tecrübelerinden de anlaşılacağı gibi görünüşle gerçekliğin her zaman çakışmadığını ima etmekte ve bunun da ötesinde ince bir üslupla, insanın kendi entelektüel / zihni tecrübelerinde en azından öğeleri, unsurları itibarıyla, bir eşdeğeri, bir karşılığı olmayan şeyleri bütün gerçeğiyle hiç bir zaman kavrayamayacağı, gözünde canlandıramayacağı yolundaki derin gerçeği dile getirmektedir. Kur’an’ın insanın algı ve tasavvur alanının ötesinde kalan hususlarda gayb mesajını mecaz ve temsillerle ifade etmesi de bu yüzdendir. Hızır yolculuğun sonunda kötü görünen hareketlerinin arkasındaki gerçeği açıklar ancak bunu yaparken yine zahiri anlamı kullanır. Buradan hareketle yolculukta Hızır’ın kötü görünen şeyleri iyiye çevirdiği ya da sonuçları kötü olacağı için olaylara müdahale ettiği yönünde değerlendirmek doyurucu bir açıklama olabilir mi? En vurucu öğe gibi görünen, genci öldürmesine gerekçe olarak ileride ailesine yaşatacağı sıkıntıların önüne geçme açıklaması ele alındığında, bir bakış açısıyla Hızır’ın hata düzelttiğini düşünmemiz gerekir. Buradan da o çocuğun hiç dünyaya gelmemesinin daha doğru olacağı itirazı çıkar ki, bu da bu bakış açısının doğal sonucudur. O zaman bunun üzerinde biraz daha düşünmek gerekir. Hızır sadece kritik anlarda, olağanüstü durumlarda ortaya çıkıp olaylara müdahale etmiyor. O bir ilkeyi, evrensel bir yasayı temsil ediyor. Hızır aslında dünyadaki işlerin nasıl ve niye meydana geldiğinin küçük bir örneklemesini yaşatıyor Hz. Musa’ya. Bu her zaman fiziksel bir bedenle ortaya çıkıp olayların gidişatına müdahale değil, bizzat olayların oluş yöntemidir. Yani o bizim iyi, kötü, mutluluk, ıstırap veren diye olayların içine gömüldüğümüz, sadece akıl, duygu, ahlak çerçevesinden baktığımız şeylerin arka planından küçük bir kesit sunarak yasanın nasıl işlediğini anlatır bizlere. Burada başka önemli bir noktayı da dikkate almak gerekir. İyi – kötü, ıstırap – mutluluk şeklinde değerlendirdiğimiz olguların bir mizansenden ibaret olduğu gerçeği. Aslında Hz. Musa’dan beklenen Hızır’ın sahip olduğu bir sebep – sonuç ilişkisi bilgisine erişmesi değildir. O da şöyle dedi; ’ O halde eğer bana tabi olacaksan ben sana söylemedikçe hiç bir şey hakkında bana soru sormayacaksın. ’ Bilgiye ulaşmanın, öğrenmenin yolu öncelikle soru sormaktan geçtiği halde Hızır, ilmini öğretmek için Hz. Musa’ya ’ soru sormaması ’ şartını koşar. Hz. Musa burada öğrenme yolundaki önemli derslerden biriyle karşılaşır. Allah ve Allah’ın ilmi ile ilgili olan bilgi salt akılla öğrenilen bir bilgi olmadığı için, soru sormak, irdelemek hakikatten uzaklaştıracaktır. Bu bilgi bizzat hayat yolculuğu içinde sabırla, yaşayarak öğrenilmesi gereken bir bilgidir. Hızır’ın ben sana açıklayıncaya kadar sorma diyerek Musa Peygambere sabrı telkin etmesi, zihinle, akılla kavranamayacak bu bilgiyi ancak yaşayarak öğrenebilmesi için bir zamana ihtiyacı olduğunu da ifade eder. Bilginin hazmedilmesi için zamana ihtiyaç vardır. Bu suretle zihnin tek düze, sıradan yorumlardan kaçınması gerekir. Zihni çıkarımlar, yargılarda bulunmak, felsefi tartışmalarla oyalanmak en büyük engellerdendir. Bilgi ve farkındalığın çok ötesine geçilmesi durumlarında bu duruma uyum sağlanamayabilir ve bu da öğretim sürecinin sonlanmasına neden olur. Hızır ile Musa peygamberin ayrılması da bu nedenle meydana gelmiştir. Zamansız verilen bilgi yarardan çok zarar getirebilir, hakikat yolunun başındaki biri için sarsıcı, belki de yoldan çıkarıcı mahiyette bir deneyim olabilir. O genç adamda, ki anası babası mümin kimselerdi, taşkınlıkları ve inkarcı eğilimleriyle onlara çok derin acılar vereceği yolunda kaygı verici belirtiler görmüştük. Onu öldürürken Rablerinin o ana-babaya onun yerine ondan daha temiz karakterli ve merhamette ondan daha ileri başka bir çocuk vermesini istedik. Ben bütün bunları kendiliğimden yapmadım.’’ Yani oğlan günahsız değildi, anasını-babasını da inkar ve azgınlığın kuşatması altına almak üzere idi. Bilge kişinin ifade ettiği kaygı verici belirtiler yoluyla yahut iş sezgi yoluyla varılmış pozitif bilgiyle eş anlamlıdır. Oğlan inkar ve azgınlığa öyle eğilimli idi ki, sağ kalırsa ileride ana babasını da azıtacak, onları da inkara sevk edecek idi. Halbuki o ana babanın imanlarındaki içtenliği Allah tarafından böyle bir kötülükten korunmaya layık ve onun çocuk iken ölmesi hepsi hakkında hayırlı idi. Hem oğlanın yüzünden görecekleri kötülükten kurtulacaklar, hem de onun ölümüyle duyacakları acıya karşılık, daha sevimli bir çocuk elde edebileceklerdi. Ancak bu olayda dikkate değer başka noktaların da olması gerekir. Oğlanın inkar ve azgınlığı, nihayet gelecekte olacak bir gerçektir. Bilge, onun o zamandaki ve gelecekteki bütün gizliliklerini ve sırlarını bilmiş de olsa, bir çocuk şöyle dursun, aklen olgunlaşmış bir insanı bile, ileride yapacağı şeyden dolayı öldürmek kuşku yok ki dine aykırıdır. Hz. Ömer, Mugire’nin kölesini görünce ’ Bu beni öldürecek ’ demiş, kendisinin katili olacağını bilmiş idi. ’ Öyle ise niçin bırakıyorsun ey müminlerin başkanı? ’ dediklerinde ’ Ne yapayım, henüz bir şey yapmamıştır ve dine göre sırf kalbindeki, aklındaki bir düşünceden dolayı hesaba çekilip cezalandırılamaz.’ dedi ve dediği gibi ertesi gün şehit oldu. Şu halde Bilgenin öldürdüğü kişi hakkındaki hüküm , hakikat ve din arasında bir ayrılık noktası oluşturmaz mı ? Ve Hz. Musa bu yorumu nasıl yeterli bulur? Dinin gerçeği Allah’ın emirleridir. Bilge bunu kendiliğinden değil, Allah’ın emriyle yaptığını söylemiş, Hz. Musa’nın o yoruma karşı çıkmamasına da neden bu olmuştur. Çünkü bu şekilde bilge özel durumlar için özel ilahi bir yasa ile görevli olduğunu anlatmış demektir. Dolayısıyla o çocuk hakkında uyguladığı öldürme hükmü, genel kurallara ters olmakla birlikte, özel bir yol olmuş olur. Üç olaydan üçü de, bilgenin hem bilgi tarzında, hem eylem tarzında başka bir özellik göstermektedir. Bilge açısından bakıldığı zaman, onun bilgisinin varlıkların arka planını gören, gelecekteki kaderini ve geçmişteki gizliliklerini, görünen durumu gibi bilivermekte olduğu anlaşılıyor. Yapılan işler açısından bakıldığı zaman, yaptığı şeyler, yaratılmıştan Hakka doğru giden fiiller değil, Yüce Allah’tan yaratılmışa doğru giden fiillerdir. Dolayısıyla Hızır, Hz. Musa gibi halkı Hakka götürmekle görevli değil, Yüce Allah tarafından halka olan kaderlerin uygulanmasına görevli demektir. Dinen güzel veya çirkin olma açısından bakıldığı zaman bilge kişinin fiilleri, göze görünmeyen, gizli, kapalı nedenlere dayandığı için, dıştan çirkin ve hikmetsiz görünüyor. Hz. Musa, onun bilgisindeki özelliği daha önce Yüce Allah’tan haber almış ve ondan öğrenmeye gelmişti. Gördüğü örnek ise ona dini ve ameli yönden kendisinin görevlerine uymayan ve bununla beraber karşı çıkmaya da hak vermeyen özellikler bulunduğunu öğrenmiş ve bunun üzerine aralarındaki ayrılığın normal olduğu anlaşılmıştır. Demek ki, Hz. Musa, bilgisini insanlara bildirmek ve açıklamakla görevli azim sahibi bir peygamber olduğu halde Bilge, bilgisini bildirmekle görevli değil, uygulamakla görevli idi. Yaptığı her şeyi yüksek bir gerçeklik bilincinin, yani onun eşyanın dış görünüşünün ötesindeki gerçeklikle temasını sağlayan ve onu Allah’ın akıl erdirilemez planının bilinçli bir parçası haline sokan derinliğine kavrayış ve sezginin sevkiyle yapmış olduğunu ima ediyor. Kur’an’ın ayetleriyle konuyu biraz daha açalım. ’ Andolsun ki, Biz kendilerinden öncekileri de sınadık, o halde bugün yaşayanlarda sınanacak ve elbette Allah, doğru davrananları ortaya çıkaracak ve yalancıların da kimler olduğunu gösterecektir. ’ Ankebut Suresi 3. Ayet Yüce Allah’ın var kılınan bir şeyi bilmesi ve, o şeyin var olduğu zamanda ve önce ve sonra olduğu gibi aynı şekildedir. Fakat şunu da unutmamak gerekir ki, burada ’bilecek’’ demekten maksat, nedenden söz edip, aslında sonuca dikkat çekmektir. İmtihan eder gibi, kesin ortaya koyacak ve meydana çıkaracak da, onu ödüllendirecek veya ceza verecek demektir. Yüce Allah bizi niçin ödüllendireceğini veya azap edeceğini biliyor ama biz niçin ödüllendirileceğimizi veya azaba uğrayacağımızı ancak yapıp ettiklerimiz bize gösterildiğinde ahirette öğrenebileceğiz. Yüce Allah’ın imtihan yoluyla bilmesi, şimdiki zamanda bilmesi anlamındadır ve bu yolla O, inanma konusunda dürüst olanlarla, bu konuda yalancı olanları seçip ayırır. İnsanların sevap elde etmeleri ya da cezalandırılmaları buna dayanır. Aynı şekilde bu ayetin anlamının ’ Onları ayırt etmek için veya onlara hak ettiklerini vermek için ’ şeklinde olduğu da söylenmiştir. Kehf Suresi 81. Ayette öldürülen kişinin azgınlık ve inkar içinde olduğunun bilindiği söyleniyor. Ankebut Suresi 3. Ayette ise iman ettik diyenlerin imtihana çekileceklerinden bahsediliyor. Allah iman etmeyip azgınlık ve inkar içinde kalan nice kavimleri yok etmiştir. ’ Göklerin ve yerin bütün orduları Allah’ındır. Ve Allah, güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. ’ Fetih Suresi 7. Ayet. Bu Allah’ın hem rahmet orduları hem de azap orduları bulunduğuna dikkat çekmedir. ’ Onların her birini günahlarından dolayı hesaba çektik. Kiminin tepesinde ölümcül fırtınalar estirdik, kimini ani bir kasırga yok etti, kimisini yerin dibine geçirdik ve kimisi de suda boğulup gitti. Onlara haksızlık yapan Allah değildi. Onlar kendi kendilerine haksızlık yapıyorlardı. ’ Ankebut Suresi 40. Ayet. ’ O zulmedenlere gelince, onları Allah katından cezalandırıcı bağırış yakalayıverdi de kendi evlerinde cansız olarak yığılıp kaldılar. Sanki daha önce orada hiç yaşamamışlar gibi. ’ Hud Suresi 67. Ayet. ’ Allah, insanların bazısını bazısıyla savuşturmamış olsaydı yeryüzü fesada uğrardı. ’ Bakara Suresi 251. Ayet. ’Allah insanları birbirine karşı savunmasız bıraksaydı, şüphesiz o zaman içlerinde Allah’ın isminin çokça anıldığı manastırlar, kiliseler, havralar, mescitler çoktan yıkılıp gitmiş olurdu ve muhakkak ki Allah, O’nun davasına arka çıkanlara yardım edecektir. Çünkü Allah, her şeyi hükmü altında tutan en yüce iktidar sahibidir. ’ Hac Suresi 40. Ayet. Allah insanları irade sahibi olarak yaratmıştır ve böyle yaratması, O’nun rahmet ve kudretinin ta kendisidir. Fakat bu iradeler serbest bırakılır da birbirleriyle dengelenip düzenlenmez ve hiç bir engele rastlamazlarsa, o zaman çalışma zahmetine katlanılmaz, önüne geleni çiğnemeye çalışır. Savunma ve karşı koyma olmayınca da ölçü ve sınır tanımama, yolların en kestirmesi ve en doğrusuymuş gibi oluverir. O zaman da insan adına bir şey kalmaz, yeryüzünün düzeni yok olur. Fakat Allah bütün alemlere ve özellikle akıl sahibi varlıklar dünyasına eksiksiz bir iyilik ve lütuf sahibidir. Bundan ötürü bozgunculuğa razı olmaz. O, yeryüzünü bayındır hale getirecek insanları lütuf ve ikramlarıyla yaşatacak, yüksek konumlara erdirecektir. Bu nedenle bozgunculuğun geleceği yoktur, Allah’ın dilediği ise barış ve düzenliliktir. Dolayısıyla barış ve düzenin bozgunculuğu savuşturması için, barış ve hayırdan yana olanların, bozgunculuk ve kötülükten yana olanları savuşturması gerekmektedir. Zaten karşı koyma ve savuşturma olgusu, bütün evrende geçerli olan ve doğru, hak bir yasadır. ’ Mümkündür ki nefret ettiğiniz bir şey sizin için iyi olabilir ve yine mümkündür ki hoşlandığınız bir şey sizin için kötü olabilir. Allah bilir, ama siz bilmezsiniz. ’ Bakara Suresi 216. Ayet. Mümkündür ki hayrımıza zannettiğimiz bir şey zararımıza, zararımıza zannettiğimiz bir şey de hayrımıza olabilir. Hızır fakirlerin gemisini kurtardı, salih anne babayı kurtardı, yetim çocukların geleceğini kurtardı. Ama bunların olduğu anlarda, fakirler gemilerinin tahrip olması nedeniyle çok üzüldüler. Bir anne-baba evlat acısı yaşadı. Yetim çocuklar büyüyünceye kadar sıkıntı içinde kalmaya devam ettiler. Gündelik hayatın içinde sıklıkla kullanılan ’ Her şeyde bir hayır vardır ’ sözü temel bir gerçeğin ifadesidir. Hz. Musa ve Bilge Adam kıssasından çıkaracağımız en basit gerçekliktir bu. Ne kadar karanlık bir tabloyla karşılaşsak da aslında evrendeki ahenk ve dengenin bozulmasına imkan olmadığının bilgisidir. Hz. Musa Hızır’a serzenişte bulunurken, kendi akıl yürütmesiyle iyi-kötü çerçevesinde olayı ele alır. Hızır ise bilgisine göre hareket eder. Görünenin arkasında görünmeyen etkilerin olduğunun, duyulara güvenerek yargılarda bulunmanın eksik olduğunun dersini verir. Bilgi ile davranışın, vicdan ve sevgiyle davranıştan üstünlüğünü gözler önüne serer. Muhakkak ki, insan aklımızla bu kıssaların tam olarak açıklamasını yapamayız. Muhakkak ki dikkatimizden kaçan daha bir çok nokta var. Gemiyle bir kıyıdan diğerine geçmek ve gemiyi delmek, tarihte, gemileri yakmak, yani geri dönüşü olmayan yola girmek deyimini hatırlatıyor. Yıkılmak üzere olan bir duvarı onarmak da bazı bilgilerin açığa çıkmasının daha zamanı olduğunu işaret ediyor olabilir mi acaba? Hızır genç çocukla karşılaştığında onu nasıl öldürdü. Ölümüne sebep olacak bir olay mı yarattı yoksa bıçakla boğazını mı kesti. Kasaba halkından yiyecek istediler. Hz. İbrahim’in bir kıssasında insan kılığında gelen melekler kendilerine sunulan yemekleri yememişlerdi. Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu iddiasına Yüce Allah ’ o ve annesi yemek yiyorlardı ’ demiyor muydu. Oğlan çocuğundan bahsederken Hızır onda kaygı verici belirtiler gördüm demiyor, görmüştük diyor, çoğul konuşuyor. Bu kıssada kafamızı yormamız gereken daha çok dersler olduğuna inanıyorum. ’ Muhakkak ki, ölüm tehlikesiyle ve açlıkla, dünya malının, canın ve alın teri ürünlerin kaybı ile sizi sınayacağız. Ama zorluklara karşı sabredenlere iyi haberler müjdele. Onların başına bir musibet gelince, ’ Doğrusu biz Allah’a aitiz ve muhakkak O’na döneceğiz! ’ derler. İşte Rablerinin nimetleri ve lütfu onlar içindir ve doğru yol üzerinde olanlar işte onlardır.’’ Bakara Suresi Ayetler.
hz musa hz hızır kıssası