Alay - Ekşi Şeyler. TARİH 19 Temmuz 2018. 27,9b OKUNMA 368 PAYLAŞIM. Çanakkale Savaşı'nın Kaderini Değiştiren Askeri Birlik: 57. Alay. Çanakkale Kara Muharebeleri'nin başlangıcı olarak görülen Anzak Çıkarması ve sonrasında gerçekleşen muharebelerdeki başarısıyla bilinen 57. Alay'a dair bilgiler. 19. tümen'e bağlı
ÇanakkaleSavaşı'nın 100. yılı anma etkinlikleri çerçevesinde Anıtkabir 'de gerçekleştirilen törenden bir enstantane. Çanakkale Deniz Zaferi'nin 100. yılı dolayısıyla hazırlanan resmi logo. Çanakkale Savaşı'nı anlatan ya da Çanakkale'de hayatını kaybeden Türkler anısına bestelenen türkülerden birisi de sözlerinde
166 Yaratma Gücü Hakiki Kozmik Yapı Olan Alfanova’nın 19 boyutlu İlk Gürzünün Kopyası Olan Vizyon Manyetik Alanda Bulunan ve Üst Beninin Kopyası Olan Avatar’ın
Dedi ve arkasından bize de selâm verdi. Kendilerine kolaylık gösterip yer verdik; karı - koca pencere önüne geçip oturdular.. Polatlı'ya gidiyorlarmış, kendisinin Çanakkale Gazisi olduğunu, İstiklâl Savaşı'na da gönüllü olarak katıldığını, henüz madalya vermediklerini söyledi. Ama devlete hiç küs değildi.
koşturankısa hikayeler yazmak istemiyordum. Müthiş bir arbede yaşanmış. Çanakkale ‘de 18 Mart 1915 günü dünya savaş tarihinde bir eşine
cash. Bora Yakis 18 Mart 2021 Paylaşım 9605 OKUNMA Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın, Bu Toprak, bir devrin battığı yerdir; Çanakkale Zaferi’nin nasıl kazanıldığı hakkında ipucu veren hikayeler. Birinci Dünya Savaşında 1914-18 Çanakkale Cephesi, Türkiye’nin yaşadığı en yoğun ve teknolojik-stratejik savaş olarak tarihe geçti. Her iki saftaki askerlerin direnci ve kayıplarıyla destanlaşan bu cephe, dünya savaş tarihi açısından ilklerle doluydu. Kara, hava, ve deniz güçlerinin aynı anda, birlikte katıldığı bu denli yoğun bir savaş o güne kadar yaşanmamıştı. Çanakkale; denizde amfibi harekatının ve uçak gemilerinin, havada savaş uçaklarının ve sabit balonların, karada o güne kadar tarihin yazmadığı bir yakınlıkta siper savaşlarının bir arada ve görülmemiş bir şiddetle yaşandığı bir savaştı. Çanakkale Kara Savaşları sırasında özellikle Arıburnu ve Anafartalar bölgesindeki muharebelerde arazi yapısı nedeniyle karşılıklı siperler arasında mesafe 8-10 metreye kadar düşüyordu, askerler birbirlerinin seslerini duyabilecek kadar yakın mevzilerde çarpışıyorlardı. Her iki tarafın siperlerinin birbirine bu derece yakın olması ve bundan dolayı duyulan ıstırap birçok arşiv belgesine, hatırata ve günlüğe yansımıştır. 14 Mayıs 1915’te 19. Tümen Komutanı Mustafa Kemal’in siperlerin durumu ve bu durumda Türk askerinin ruh halini şu sözlerle anlatıyor “Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hiçbirisi, kurtulmamacasına hepsi düşüyor. İkinci siperdekiler yıldırım gibi onların yerine gidiyor fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz? Bomba, şarapnel, kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok. Okuma bilenler Kur’an-ı Kerim okuyor ve cennete gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler ise Kelime-i Şehadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyor. Sıcak cehennem gibi kaynıyor. 20 düşmana karşı her siperde bir nefer süngüyle çarpışıyor. Ölüyor, öldürüyor. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren dünyanın hiçbir askerinde bulunmayan tebriğe değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebeleri’ni kazandıran bu yüksek ruhtur.” İşte bu şartlar altında cereyan eden ve zaferle sonuçlanan bu savaşın içinde insanın yüreğinin en derinlerine dokunan sayısız hikaye yaşandı. Bunlardan birkaçını ve askerlerimizin yazdığı bazı son mektupları bir araya getirdik. Söyleyin hakkını helal etsin… Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı, kimi Bosnalı, kimi Adıyamanlı, kimi Gürünlü, kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor. Bunlardan biri Lapseki’nin Beybaş Köyü’nden yarası oldukça ağır bir askerdir. Oldukça zor nefes alıp veren yaralı asker nefes almaya biraz daha devam edebilmek için komutanının elbisesine yapışır. Zorlukla nefes alan askerin dilinden tane tane kelimeler dökülür – Ölme ihtimalim çok fazla… Ben bir pusula yazdım…Arkadaşıma ulaştırın… Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur – Ben… Ben köylüm Lapsekili İbrahim onbaşından 1 Mecit borç aldıydım… Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin. – Sen merak etme evladım, der komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar ve az sonra komutanının kollarında şehit olan askerin son sözü – Söyleyin hakkını helal etsin, olur… Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getirilir. Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşer. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılır. İşte yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır ne titremesine ne de göz yaşlarına engel olamaz – Ben Beybaş Köyü’ndenim arkadaşım Halil’e 1 Mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim. Niçin öldürmek istediğin düşmana yardım ediyorsun? Çanakkale’de yabancıların bir anıt açılış töreni yapılmaktadır. Bu törenden 1915’te Çanakkale Savaşı’na katılmış, bu savaşlar sırasında kolundan, bacağından çok ciddi yaralar almış General Gouraud Guro da vardır. Nihayet açılış töreni biter ve emekli Fransız General Gouraud yanındakilere “Türk askerinin abidesini de ziyaret etmek isterim.” der. Etrafındakiler o zaman mevcut olmayan muhteşem bir abidenin hasreti içinde kıvranmaktadır. Ama Arıburnu tepesine “Mehmet Çavuş “ismi ile dikilmiş 3 metrelik bir taş yığını vardır. Tutup General Gouraud’yu bu küçücük anıtın dibine götürürler. Gouraud, kendileri ile çarpıştığı insanlar önünde bacağının ve kolunun bir kısmını kaybetmiş olmasına rağmen büyük bir saygıyla ziyaretini gerçekleştirir. Sonra etrafındakilere dönerek şunları söyler “Efendiler! Türk askeri ender bulunan bir insandır. Size bu konuda hala içimde tap taze canlı duran bir hatıra anlatmak isterim. Bir sabah günün ilk ışıkları ile birlikte savaş yeniden başlamıştı. Türkler savaş konusunda çok ama çok mahirdi. Kendileri ile başa çıkmak imkansızdı. Süngü çatışmamız fasılalarla akşam geç vakte kadar devam etti. Ortalık kararınca Türklerle anlaşma yaptık. Harp sahasını gezecek, yaralıları sahaya getirecektik. Ben de aralarına katıldım. Bir Mehmetçik bir ara kucağındaki yaralıyı tedavi etmek amacıyla kendi gömleğini parçalayarak yaralı askerin yarasını sarıyordu. Akşamın karanlığında değme ressamın fırçasından çıkmayacak bir tablo karşısında idim. Uzun müddet seyrettiğim bu tablodaki Türk askeri, kendi yaralarına yerden avuçla aldığı toprakları bastırıyordu. Kucağındaki yaralı için ise, durmadan gömleğinden parça yırtmakla meşgul idi…” General Gouraud’yu sahilden Mehmet çavuş abidesinin önüne kadar sırtında taşıyarak çıkaran Türk gemisinin kaptanı Şefik Bey, bundan sonrasını bakın nasıl naklediyor… “Bu sözlerden sonra general etrafındakilere döner ve adeta bağırarak der ki “Efendiler, kendi yarasına toprak basıp, kucağındakine gömleğini yırtan bu kahraman asilin kucağındaki yaralı kimdi biliyor musunuz?” Herkes susmuş korku ve endişe ile emekli generale bakar. Gouraud gözlerini buruşuk elleriyle silerek, fısıltı ile seslenir “Türk askerinin kucağındaki bir Fransız askeri idi efendiler! Bir Fransız askeri! … “ O Türk askerine “niçin öldürmek istediğin düşmana yardım ediyorsun?” diye sorulduğunda şu cevabı vermiştir -Bu Fransız asker yaralanınca cebinden yaşlı bir kadının resmini çıkardı, bir şeyler söyledi. Anlamadım ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki, o kurtulup anasının yanına dönsün!.. Sığır eti ve bisküvi Avustralyalı Elion Cambell’in hatıra defterinden alınan bir hikaye şöyle; “Ateşkes sırasında Türkler şehitlerini gömüyorlardı. Arkadaşlarımızdan birkaç kişi gönüllü olarak onlara yardım etmek istedi ve bu korkunç görevde dost ve düşman iş birliği yaptılar…” İşte bu sırada yapılan konuşmalarda açlığını hissettiren bir Mehmetçiğe, bir Avustralyalı asker sığır eti ve bisküvi getirir. Mehmetçik bu hareket karşısında hislendi. Sonunda görev tamamlanmıştı. Her iki tarafın da askerleri siperlerine çekilmiş bekliyorlardı. Vurulan silah arkadaşlarına son vedalaşma bitmişti. Türk subayı birkaç adım ilerledi ve selam verdi. Bizim subaylarımız da selam aldılar. Böylece ateşkes sona ermişti. Düşmanlarımızın nezaketlerinde bir yüce ruhluluk, bir soyluluk vardı. Dünya şövalyeliğinin kutsal emaneti onlardaydı sanki. Birkaç hafta sonra Avustralyalı askerler Türk siperlerine karşı büyük bir saldırıya geçerler. Mücadelenin şiddetli bir anında Avustralyalı bir asker ağır şekilde yaralanarak Türk siperlerinin yakınına düşer. Yaralı asker acılı bir şekilde can çekişmeye başlar. Bundan sonrasını Cambell şöyle anlatıyor “Mermi yağmurunun ortasında bir Türk, siperden fırlayarak yaralı askerimizi sırtına aldı ve bizim hatlara doğru taşımaya başladı. Türk, sırtındaki Avustralyalı ile birlikte yaralanmadan siperlerimizin korkuluklarına ulaştı ve sırtındaki arkadaşımızı kıyıdan aşağıya yavaşça bıraktı. Sonra bu Türk kendi hatlarına doğru yöneldi. Fakat birçok yerinden yaralanıp yere düşmeden önce ancak üç ya da dört adım atabilmişti. Ve oracıkta şehit düştü. Meçhul bir şekilde, fakat kahraman olarak şehit düştü. Yaralı Avustralyalı, aç Türk’e sığır eti ve bisküvi getiren askerdi. Onu sırtında siperlerimize taşıyan Türk, onun kumanya verdiği askerdi.” Bana acımasınlar… 14 Nisan 1915 tarihinde Seddülbahir’de şehit olan Yüzbaşı Kâzım Efendi’nin son mektubu… “Sevgili kardeşim Ben vatan ve millet uğrunda bana düşen vazifeyi ifa ettim. Artık gerisini size terk ediyorum. Cümlenize hakkımı helal ettim, tabiidir ki siz de helal edersiniz. Hemşiremin, Ziya’nın Kemal’i hasretle gözlerinden öperim. Muhterem amcamın ellerinden öperek dualarını her zaman beklerim. Çoluk çocuğumu evvel Cenab-ı Hak’ka sonra vatan ve millete ve sizlere emanet ederim. Sevgili valideme, aileme, çocuklara güzel bakınız. Tahsillerine himmet ediniz. Maaşlarının tahsisi, icap eden muamelenin ifası için arkadaşlardan alayımızın tabur katibi ve aynı zamanda alay naibi bulunan Hasan Efendi’ye yazdım. Bulunduğum fırkanın kumandanı Miralay Remzi Bey, alay kumandanı Binbaşı Halil Bey’dir. Bu isimler size lazım olursa kendileriyle muhabere edersiniz. Binbaşımız Şevki Bey de benim gibi tehlikede bulunduğu için sağ kalırsa ona da müracaat edersiniz. Kolordu kumandanımız malum olduğu üzere Esat Paşa Hazretleri’dir. Hayvanım hakkında lazım gelen muamele için de kâtip efendiye yazdım. Oradaki hakkımı da çocuklarım için ararsınız. Sana çok rica ederim, efrad-ı ailemi, validemi hiçbir vakit üzme. Daima rıfk ile muamele et. Bana acımasınlar. Ben mukaddes vatan vazifem uğrunda terk-i can ettim, bahtiyarım. Cenabı Hak sizleri de bahtiyar buyursun. Baki cümlenizi Cenabı Hak’ka emanet ederim sevgili kardeşim.” Kâzım Yüksek sesle ağlamamanızı dilerim… Zahit Üsteğmen 8 Ocak 1916’da Kerevizdere Mevkii’ndeki Şehitler Tepesi’nde yaşanan kanlı ve çetin muharebelerde patlayan bir mayınla şehit olduğunda 34 yaşındaydı. Bıraktığı mektup zarfının içinden küçük bir saç demeti de çıktı. Bu; Nadide adlı yavrusunun saçının tutamıydı. “Pınarbaşı Aziziye İlçesi Kılıç Mahmutbey Köyü’nden Ahmet Efendi kızı eşim Hanife Hanım’a; Hem kendim hem mesleğim itibariyle tam bir asker, hem de şerefli bir askerim. Asker olmam nedeniyle, gidip gelmemek, gelip bıraktıklarımı bulmamak olabilir. Bu gibi durumların insanlık aleminde meydana gelebileceği inkar olunamaz. Şu vasiyetnameyi yazmak, hemen ölmek demek değildir. İlahi mukadderat; ben seni, sen beni tanımadığımız halde uzak memleketlerden bizi birbirimize nasip etti. Allah’ın emrine ve peygamberin kavline göre nikahımız kıyıldı. Yaşadığımız sürece geçimimizi sağlamaya çalıştım. Şayet vatanım uğruna şehit olursam, Yüce Allah elbet ruhlarımızı birleştirir. Böyle bir hal olduğunda mevcut eşyam ve taşınabilir mallarımdan mihri müeccelinizi payınıza düşen tazminatı almanız için sizi vekil tayin ediyorum. Eğer yetmezse hakkınızı helal edeceğinize ve beni borçlu yatırmayacağınıza eminim. Birbirimize verdiğimiz sözlerden dönmemenizi ister ve umarım. Ruhuma bir mevlid okutmak vicdanınıza kalmıştır. Kendim için başka bir şey istemiyorum. Şehitlik bana yeter. Bu vasiyetnamemi aldıktan sonra, yüksek sesle ağlamamanızı dilerim. Allaha emanet olun. Mustafa oğlu Zahit 4. Tabur- 62. Alay- 4. Bölük Komutanı Kerevizdere” İlginizi çekebilecek diğer içerikler Ben Size Savaşmayı Değil Ölmeyi Emrediyorum 18 Mart Çanakkale ZaferiTek Geminin Karıştığı Tarihin En Büyük Deniz Faciası MV Wilhelm GustloffBir Mühendis ve Bir Eşkıyanın Yollarını Kesiştiren Bir Cumhuriyet Hikayesi
INSANLIK DERSİ Çanakkale Savaslar'Inda savasIp, bir kolu ile bir ayagInI kaybeden FransIz Generali Bridges, yurduna döndükten sonra anlattIgI bir savas hatIrasInda söyle diyor "FransIzlar, Türkler gibi mert bir milletle savastIklarI için daima iftihar sahasInda dögüs ve ölülerin arasInda dolasIyorduk az evvel, Türk ve FransIz askerleri süngü süngüye gelip agIr zaliyat sIrada gördügüm bir hadiseyi ömrüm boyunca bir FransIz askeri yatIyor, bir Türk askeride kendi gölegini yIrtmIs onun yaralarInI sarIyor, kanlarInI vasItasI ile söyle bir konusma yaptIk - Niçin öldürmek istedigin askere ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri su karsIlIgI verdi "Bu FransIz yaralanInca cebinden yaslI bir kadIn resmi söyledi, anlamadIm ama herhalde annesi ise kimsem ki, o kurtulsun, anasInIn yanIna dönsün". Bu asil ve alicenap duygu karsIsInda hüngür hüngür aglamaya sIrada, emir subayIm Türk askerinin yakasInI anda gördügüm manzaradan yanaklarImdan sIzan yaslarImI dondurdugunu Türk askerinin gögsünde bizim askerinkinden çok agIr bir süngü yarasI vardI ve bu yaraya bir tutan ot sonra ikisi de öldüler..." FransIz Generali BRIDGES Çanakkale SavaslarI komutanI. EDINCIKLI MEHMET ER "Edincikli Mehmet Er'in bir top mermisinin parçaladIgI konumdan kanlar içerisinde bir et parçasI "KomutanIm ne olur su kolumu kes!" Sag eliyle yakaladIgI ve tuttugu sarkIk kola bakan Tegmen Mehmet Er tek ve emin sesi ile tekrarlar "Allah AskIna, Allah RIzasI için kes su kolumu!!!" Bu ilahi cümleleri eimr gibi isiten Tegmen Saip, bIcagI kola kola bile dememistir, Edincikli sag elindeki kola, bir ileride Allah! Allah! nidalarI arasInda çarpIsan erlere bakar ve kolu fIrlatIr "Bu kol vatana feda olsun," et parçalrIndan basInI kaldIran Tegmen'in karsIsInda kimse Edincikli, Hakla alIs verise baslayInca herseyi, acIyI, özlemleri unutuyor, rahmet deryalarInda, tecelli dalgalarInda yIkanIp arInIrken, kolunun fani bedenden ayrIlma islemini ates, o yangIn fakat getirilmez feryatlar içinde, edincikli bu cehennemi ates altInda kendinden avuç istek ve özlem halinde yandI, tüttü. Edincikli Mehmet, çoktan kolunun öcünü almak için vatan için Allah için hücum saflarIna içine karIsIr, teke tek durdurmak mümkün degil artIk, yine harikalar gösterir, bire bir dövüsür, bire on dövüsür, bire yüz dövüsür... Allah'In Iyla haklamadIgI kafir kaderden kaçIlmaz ki! Kolunun kopmasIyla kaybettigi kan onu halsiz düsürmeye baslamIs Edincikli'ye simdi de sehitlik mertebesi yüzü soldu, sarardI, canI teninden süzüldü...Gözü dünyaya kapandI..." Tegmen SAIP Çanakkale SavaslarIndan 12. Alay 1. Bölük KomutanI SEYIT ONBASI 1889-1939 Seyit Onbasi, 1889 yilinin Eylül ayinda Havran Ilçesi Çamlik Manastir köyünde dünyaya geldi. Babasinin adi Abdurrahman, annesinin ki Emine idi. Seyit, 1909 yilinin Nisan ayi baslarinda askere alindi. 1912 de Balkan Savaslari’na katildi. Savas bitiginde terhis edilmedi ve topçu eri olarak Çanakkale Cephesi’nde görev aldi. Çanakkale Savaslari’nda gösterdigi kahramanlikla adini Türk tarihine yazdirdi. 18 Mart Deniz Savasi sirasinda, Rumeli Mecidiye Tabyasi’nda ayakta kalabilen tek top vardi onun da mermi kaldiran vinci bozulmustu. Seyit Onbasi büyük bir güçle 215 Okkalik mermiyi üç kez kaldirarak namlunun ucuna sürmüs ve bu kahramanligi ile Ocean gemisi büyük bir yara almisti. Seyit Onbasi 1918 sonbaharýnda köyüne döndü. Sanati olan ormancilik ve kömürcülüge devam etti. 1934 tarihinde yürürlüge konan soyadi yasasiyla “Çabuk” soyadini aldi. 1939 yilinda akcigerlerindeki rahatsizlik nedeniyle vefat etti. BU OLAY CANAKKALE SAVASINDA YASANMISTIR. Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı, Kimi Bosnalı, Kimi Azerbaycanli, Kimi Adıyamanlı, Kimi Gürünlü, Kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor… Bunlardan biri Lapsekinin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından. Ölme ihtimalim çok fazla… Ben bir pusula yazdım… Arkadaşıma ulaştırın…’ Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur Ben…Ben köylüm Lapseki’li İbrahim Onbaşından 1 Mecidiye borç aldıydım… Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin’ Sen merak etme evladım’ der Komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar. Az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de ’söyleyin hakkını helal etsin’ olur… Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getiriliyor. Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor. İşte yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine ne de göz yaşlarına engel olamaz… PUSULADAKİ NOT Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil’e 1 mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim.’ Siz bu olayın neresindesiniz? SAKA HÜSEYİN “İkinci Anafartalar taarruzundan sonra, Türk birlikleri Anafarta Ovası’na ve tepelere yerleşmişti 35. Piyade Alayı erlerinden Hayrabolu’lu Hüseyin alayın su ihtiyacını gidermekle görevli idi sabahın alaca karanlığında katırı ile yola Köyüne gidip, kuyulardan tahta, damacanalara su doldurup geriye dönüşünü akşamın karanlığına denk getirmeye çalışırdı. Katır önde, bizim Saka Hüseyin arkada ama, yola çıkmadan evvel katırının kulağına eğilir, her defasında söylediği sözleri tekrarlardı “Haydi, Büyük Anafarta Köyünün üstünden 35. Piyade alayının bulunduğu siperlere” katır gide-gele bu yollara alışmıştır. Fakat yolda, Hüseyi’nin çenesi durur mu? Savaş var imiş! Yığınla yaralı taşırlar imiş, umurunda mı? O bir türkü tutturmuş gidiyordu “Pınar baştan bulanır İner dağı dolanır Al başımdan sevdayı Buna can mı dayanır. Rinna, rinna yarim Rinna, rinna.” Saka Hüseyin damacanlarına suyu doldurarak “deh” deyip akşam karanlığında yola 2. Bölük su daha da çok su bire, yanı başında iki karaltı haykırıyorlar! “Dur! kımıldama!” Hayrabolulu Hüseyin’in yapacak hiç birşeyi yok akıl almaz, gene de eşi görülmemiş büyük bir zeka kıvraklığı ile; düşman erlerine gevrek gevrek gülümsemeye başlar ve eliyle, koluyla katırının sırtında sallanan su damacanalarını gösterir, “Kumandan, kumandan?…” diye geveleniyor ve büyük bir saygı ile anzak kumandanını selamlayarak “Emret gavur kumandan!” bir tercüman bulunur. Saka Hüseyin anlatmaya devam eder. “Bu su damacanalarını kendi kumandanım gönderdi. Sizin yaralılarınıza susamıştır, susuz kalmasınlar dedi Mülazım Efendi!” ve arkasından ilave sudan verinde bir bardak ben içeyim der!” Anzak Teğmeni kıpkırmızı kesilir… Gözleri iş Hüseyin’i kucaklayıp iki yanağından iş, Hüseyin’i tartaklayan devriyeleri bir güzel fırçalamak, üçüncü iş, Hüseyin’i siperin dibine oturtup soluklandırmak, o ” comed bell” kutularından, Oxo et suyu özündeni sarma tütünden, cigara kağıtlarından, Topler çikolata paketlerinden bol bol yağdırmak…Bu aldıkları hediyeleri katırın sırtına vurur, kurnaz bir tilki gibi, siperden sipere zıplayıp kapağı ikinci bölük hattına atınca, bu sefer gözleri fal taşı gibi açılma sırası Mehmetçik’ tedir.” Baki Vandemir Paşa Çanakkale Savaşları Komutanlarından
1 Çanakkale Gelibolu'da askerlik yapan bir kişinin anlattığı inanılmaz olayın hikayesi şu Askerlerden biri gece 2-4 nöbetine çıkıyor. Nöbet sırasında yaşlı,bembeyaz elbiseli bir teyze askere yaklaşır ve oğlum sen git temizlen ben senin yerine nöbet tutarım zamana kadar diyor ve silahı alıp askerin yerinde ve yorgunluğun da etkisiyle önce birşey farketmeyen asker koğuşa geldiğinde birden aklına geliyor o yaşlı teyze buraya nasıl geldi nerden geldi gibi...Sonra bu olayı yanındaki koğuş arkadaşına da anlattıktan sonra yıkanmak için banyoya sırada askerin nöbetinde olup olmadığını kontrol etmek için bölük komutanı kontrole gidiyor,ama askeri yerinde göremiyor,daha da yaklaşınca silahın yerden yüksekte tutulur bir vaziyette görüyor başka birşey görmüyor,silahı almaya çalışıyor,yapamıyor,gücü etmiyor birkaç denemeden sonra silahını çıkarıyor ve tüfeğe doğru 2 el ateş ediyor,tüfek yere sinirle o askerin bulunmasını istiyor koğuşta bulunamayan asker kısa bir süre sonra banyoda karnına 2 kurşun yarası olarak ölü bulunuyor. Tamamen gerçek ve uzun süre konuşulan bir hikaye Alıntı 2 Tamamen gerçek olduğuna dair hiç bir kanıt sunamazsınız. Savaş döneminde savaşanlara ve savaşa övgü ve sahiplenme için bu türden şehir efsaneleri çokça uydurulmuştur. 3 Bende çanakkalenin ilçesinde yaşıyorum fakat bolye bişey duymadım 4 Bende canakklanin ilcesinde yasıyorum ama bole bısey duymadım 5 Böyle olaylara hiç inanmadım inanmayacam. Her zaman söylemişimdir. Bu tür olaylar çoğunlukla televizyon dizilerinde ele alınıyor. Halkın ilgisini çekip inandıkları için. Ayrıca alıntı olan bir şeye nasıl tamamen gerçektir söyleyebiliyorsunuz ? Görmediniz ve kanıtı da yok zaten. İyi forumlar. Sevgi ve ışıkla. 6 Çanakkalenin taşı toprağı şehit dolu orası kadar mübarek bir yer yok memleketimizde O yüzdendirki orada daha aklın mantığın alamıyacağı çok olaylar olmuştur Bence memleketimizin en güzel yerlerinden biri Türk'ün Türklüğünü dünyaya ispat ettiği en şanlı zaferlerimizle tarihe altın harflerle kazındı. 7 Çanakkalenin taşı toprağı şehit dolu orası kadar mübarek bir yer yok memleketimizde O yüzdendirki orada daha aklın mantığın alamıyacağı çok olaylar olmuştur Bence memleketimizin en güzel yerlerinden biri Türk'ün Türklüğünü dünyaya ispat ettiği en şanlı zaferlerimizle tarihe altın harflerle kazındı. her milletten insana göre kendi milleti kutsaldır, şanlıdır ve her ülke savaşlar vermiştir bu sadece Türk kavramının dinle kutsallaştırılmasıyla alakalı. 8 her milletten insana göre kendi milleti kutsaldır, şanlıdır ve her ülke savaşlar vermiştir bu sadece Türk kavramının dinle kutsallaştırılmasıyla alakalı. Benim kast ettiğim orda ölen insanlar bir amaç uğruna öldü ve şehitlerin mezarları sandığınız o mezarlarda aslında şehitlerimiz yatmıyor o şehitler orada bastığın heryerde bulunmakta mehmet akif ne demiş bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı...... çoğu şehidimizin naaşı defnedilmedi yani defnedilmeyen cenazelerdeki ruhlar aslında öldüklerinin farkına varmazlarmış çünkü hoca defnedilirken bir dua okur ve bu duadan sonra ölü öldüğünü anlar .Benim için vatanımın özgürlüğü uğruna can vermiş herkez ölenler bizim için öldü 9 Fark ettiyseniz alıntı yazıyor ve gerçek diye bir hüküm koymuyorum Sevgi ve Işıkla . Saygılar .. 10 Fark ettiyseniz alıntı yazıyor ve gerçek diye bir hüküm koymuyorum Sevgi ve Işıkla . Saygılar .. 'alıntı'nın tam üstünde 'tamamen gerçektir' yazmışsın. Biraz dikkatli ol ve kendinle çelişme. 11 'alıntı'nın tam üstünde 'tamamen gerçektir' yazmışsın. Biraz dikkatli ol ve kendinle çelişme. Ben onu aynen geçirmişim kusura bakma haklısın gözden kaçırmışım.. 12 Gerçek kısmı gözden kaçırmışım yoğunluktan affedin.. 13 'alıntı'nın tam üstünde 'tamamen gerçektir' yazmışsın. Biraz dikkatli ol ve kendinle çelişme. Oda alıntı kısmın içine giriyor arkadaş paylaşmış inanıp inanmamak senin elinde arkadaşım alıntı alıntıdır oynamadan direk vermiş işte. 14 Oda alıntı kısmın içine giriyor arkadaş paylaşmış inanıp inanmamak senin elinde arkadaşım alıntı alıntıdır oynamadan direk vermiş işte. Teşekkür ederim ilginiz için
Çanakkale Savaşı Hikayeleri Çanakkale Savaşı İle İlgili Hikaye Örnekleri SEYİT ONBAŞI 1889-1939 Seyit Onbaşı, 1889 yılının Eylül ayında Havran İlçesi Çamlık Manastır köyünde dünyaya geldi. Babasının adı Abdurrahman, annesinin ki Emine idi. Seyit, 1909 yılının Nisan ayı başlarında askere alındı. 1912′de Balkan Savaşları’na katıldı. Savaş bitiğinde terhis edilmedi ve topçu eri olarak Çanakkale Cephesi’nde görev aldı. Çanakkale Savaşları’nda gösterdiği kahramanlıkla adını Türk tarihine yazdırdı. 18 Mart Deniz Savaşı sırasında, Rumeli Mecidiye Tabyası’nda ayakta kalabilen tek top vardı onun da mermi kaldıran vinci bozulmuştu. Seyit Onbaşı büyük bir güçle 215 Okkalık mermiyi üç kez kaldırarak namlunun ucuna sürmüş ve bu kahramanlığı ile Ocean gemisi büyük bir yara almıştı. Seyit Onbaşı 1918 sonbaharında köyüne döndü. Sanatı olan ormancılık ve kömürcülüğe devam etti. 1934 tarihinde yürürlüğe konan soyadı yasasıyla “Çabuk” soyadını aldı. 1939 yılında akciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle vefat etti. KINALI HASAN Yüzbaşi Sırrı Bey, ikindi vakti yeni gelen erleri teftiş ederken, içlerinde bir tanesinin saçinin bir tarafi kinalanmiş oldugunu görür ve takilir “Hiç erkek kinalanir mi? Mehmetçik Buraya gelmeden evvel, anam kinalamişti komutanim” der ve sebebini bilmedigini ilave istegi üzerine anasina haber salar, “Niye benim saçimi kinaladin?” Gelen cevabi mektupta şunlar yazar Ey gözümün nuru Hasan’ım Köyümüzde rahat rahat oturalım mı? Vatan sevgisi içimizde alev alev ecdadından, babandan aşağı kalamazsın... Ben, senin anan ve seni Allah yarattı, vatan bu vatan için seni besledi. Bu vatanın ekmeği iliklerinde duruyor... Sen bu ailenin seçilmiş kurbanisin... Hasan’ım, söyle zabit efendiye... Bizim köyde kurbanlık ayrılan koyunlar kınalanır... Ben de seni evlatlarımın arasından vatana kurban için saçını kınalamıştım... El-hükmü billah. Allah, seni İsmail Peygamber’in yolundan ayırmasın. Seni melekler şimdiden rahmetle anacaktir. Gözlerinden öperim... Anan Hatice” İNSANLIK DERSİ Çanakkale Savaşlar'ında savaşıp, bir kolu ile bir ayağını kaybeden Fransız Generali Bridges, yurduna döndükten sonra anlattığı bir savaş hatırasında şöyle diyor Fransızlar, Türkler gibi mert bir milletle savaştıkları için daima iftihar sahasında döğüş ve ölülerin arasında dolaşıyorduk az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip ağır zaliyat sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeride kendi göleğini yırtmış onun yaralarını sarıyor, kanlarını vasıtası ile şöyle bir konuşma yaptık Niçin öldürmek istediğin askere ediyorsun? Mecalsiz haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi "Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın resmi söyledi, anlamadım ama herhalde annesi ise kimsem ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün". Bu asil ve alicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya sırada, emir subayım Türk askerinin yakasını anda gördüğüm manzaradan yanaklarımdan sızan yaşlarımı dondurduğunu Türk askerinin göğsünde bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutan ot sonra ikisi de öldüler..." Fransız Generali BRIDGES Çanakkale Savaşları komutanı. GAZİ MEHMET AŞKIN’IN ANLATTIKLARI “İngiliz donanması Saroz’dan top atışları ile bize son derece ağır kayıplar bir atıştan sonra, aynı, birlikte silah arkadaşım Recep Eniştemin iki ayağı kopmuş çalıların üzerinde gördüm, henüz sağ kadar o vaziyette görünce ağlamaya başladım. Henüz ruhunu teslim etmeyen Recep Eniştem “Kardeşim niçin böyle ah edip aglarsin, benim cigerimi daglarsin! Allah’ in verdigine merhaba! Takbir- i Rabbani böyle imiş! Onun kazasi geri çevrilmez ve hükmüne mani yoktur. Elimizden ne savaş yolunda saadet bana yeter! Sen sag kalirsan, anamin elini benim içinde öp! Emzirdigi sütleri helal etsin!” dedikten sonra “Başimi kibleye dogru çevir!” diye bildi... Ruhu çoktan uçmuştu... “Halil, bölükte süngü hücumuna kalkmıştı, ağır bir yara alarak yanıma mütted sessiz kaldı ve sonra “Ahiretlik ölümüm yaklaştı, öldükten sonra cesedimi geriye götürtme, buraya ellerinle göm! Üzerimde harbediniz! Ta ki Gazilerin ayak seslerini Allah! Allah! Nidalarını rahatlıkla duyayım!” dedi ve gülerek ruhunu teslim etmişti “Karayürek deresi’ne doğru iniyorduk Bir akşam beni keşif kolu çıkardılar bu derenin yatağında susamış idim. Dere şırıldıyordu, mataramı doldurdum. Birkaç yudum içtiğimde, içtiğim suyun tadı çok başka idi avucuma mataradan su aldığımda, matarama doğdurduğum suyun kan olduğunu anladım.”
Yaşam koşullarının çetinliği, haram ve helal şeylerin birbirine giriftliği nedeniyle ekmek parası derdinde olan bizler “kul hakkı” meselesini ihmal edebiliyoruz. Halbuki Cenabı Hakkın affetmediği günahlardan olan kul hakkına girmemeye dikkat etmek lazımdır. Çanakkale Savaşı’nda yaşanmış bir Hikaye’yi sunuyoruz… Kimi Urfalı , kimi Bosnalı , Kimi Adıyamanlı , Kimi Gürünlü, Kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor… Bunlardan biri Lapsekinin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından. “Ölme ihtimalim çok fazla… Ben bir pusula yazdım… Arkadaşıma ulaştırın…” Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur “Ben…Ben köylüm Lapseki’li İbrahim Onbaşından 1 Mecit borç aldıydım… Kendisini göremedim. Belki söyleyin hakkını helal etsin” “Sen merak etme evladım” der Komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar. Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de “söyleyin hakkını helal etsin” olur… Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getiriliyor. Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor. İşte yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine nede göz yaşlarına engel olamaz… PUSULADAKİ NOT “Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil’e 1 mecit borç verdiydim. Kendisi beni sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim.” Bu yazı 2892 kere okundu.
çanakkale de yaşanmış hikayeler kısa