Miraç Kandili Vaaz. İçindekiler [ göster] İ srâ olayı, hicretten 18 ay önce meydana gelmiştir. İsrâ ve Mîrâc olarak ifâde edilen bu ilâhî lütuf idrâklerin ötesinde ve tamâmen ilâhî ölçülerle gerçekleşen bir ikramdır. Meselâ, mekân ve zaman mefhûmu ortadan kalkmış, milyonlarca insan ömrüne sığmayacak kadar
Ders27: Sitoplazma ve Organeller - 2 Kur’an’dan Mesajlar: İsrâ 36. Ayet, Mülk 23. Ayet İsra Suresi 36. Ayet ve Mülk Suresi 23. Ayet hakkında
Tasavvuf terimleri ve anlamları hakkında bilgiler. Tasavvuf kelimeleri ve manaları kısaca TASAVVUFUN ANAHTAR TERİMLERİ Günümüzde İslami bilimler
Tûrsûresi Mekke’de nâzil olmuştur. 49 âyettir. İsminin 1. âyette geçip dağ mânasına gelen ve hususiyle Hz. Mûsâ’nın Allah Teâlâ ile konuştuğu dağın adı olarak bilinen اَلطُّورُ (Tûr) kelimesinden alır. Mushaf tertibine göre 52, iniş sırasına göre 76. sûredir. Mushaftaki sıralamada elli ikinci, iniş
DüşünmeyeTeşvik Eden Kur'an Ayetlerinin Eğitsel Değeri (Ğaşiye Suresi 17. Ayet Örneği) 27, Mülk Suresi: 67: 3. 12. ve bu konu üzerinde düşünmenin hangi açıdan ehem miyet
cash. İsrâ Suresi 23-29. ayetlerde verilen mesajlar yine insan yaşamını ve ahret yurduna hazırlık yapmaları için uymaları gereken kurallar topluğudur. İslam sosyal bir dindir ve İslam’da “iyilik” temel bir ilkedir. İsrâ Suresi 23. Ayette bunu net bir şekilde görebiliyoruz. Ayet-i kerimede Allah şöyle buyurmaktadır; “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emretti. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle.” İsra-23 “Sadece Rabbe kulluk etmenizi emretti” “Kulluk” yaratan ile yaratılan arasındaki ilişki düzeyidir. Yani insanı yaratan Allah’a karşı uyulması gereken bir kuraldır. Ayette ise “Sadece Rabbe kulluk” edilmesi emrediliyor. Nitekim Fatiha Suresi’nde “Yalnızca sana ibadet ederiz” Fatiha-5 deniyor. Kulluk, aslında sadece anlaşıldığı gibi düz bir kelime değildir. Kişi, en çok kime saygı gösteriyorsa, tanzim ve şükrü en çok kime borç biliyorsa, kimi her şeyden üstün tutuyorsa bir anlamda kendini o şeye/kişiye kul etmiş sayılır. Fakat Müslüman için en çok değer verilecek kişi Allah’tır ve kulluk ise yalnızca Allah’a yapılır. “Anne babanıza iyi davranmanızı emretti!” Anne ve baba, insanın var olma vesilesidir zira anne, çocuğunu 9 ay boyunca karnında taşır doğumundan sonra da uzun bir süre anne, evladına karşı gerekli olan merhameti en iyi şekilde gösterir. Yemez-yedirir, uyumaz-uyutur, üzülür-üzmez… Yani evladı için iyi olan her şeyi yapar. Baba da anne kadar değerlidir. Çünkü ailenin rızkını temin etme, iyi bir ahlak verme, geleceğe dair çalışmalar yapma gibi tüm sorumluluklar babanın sırtına yüklenmiştir. Dolayısıyla böylesine iyilik içinde ihsanda ve ikramda bulunan anne-babaya iyi davranmak gerekir ve Allah bunu bir tavsiye olarak değil, emir olarak insanlara söylemektedir. “Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme! Onları azarlama! ikisine de gönül alıcı güzel sözler söyle.” Bunca zahmete katlanarak evladını yetiştiren, maddi ve manevi eğitimini en iyi şekilde veren, kendisi aç olduğu halde evladını düşünen dünyanın en değerli varlıkları anne ve babalar da zamanları geldiklerinde yaşlanırlar ve yardıma muhtaç hale gelirler. Allah ayetin bu son bölümünde aslında bir anlamda “iade-i merhamet” konusunu ele almaktadır. İsrâ Suresi 23. Ayette verilen mesaj bir anlamda şunu söylemektedir; “Bunca yıl annen-baban sana iyilik yaptı, seni kötülüklerden korumak için her türlü zorluğa katlandı, aç kalmaman, hastalanmaman için elinden geleni yaptı. Vatanına ve milletine hayırlı bir evlat olman için gerek fen ilimlerinde gerekse de İslami ilimlerde sana yol gösterdi, senin için bir zemin oluşturdu, evlenme çağına geldiğinde senin için en iyi olanını seçti, evini dizdi, seni bir süre gözetti ve artık onların da eli ayağı tutamaz oldu. Şimdi sana böylesine büyük iyiliklerde bulunan anne-baban yanında yaşlandı. Tüm bunları yapan ebeveynlerine karşı sorumluluklarını yerine getirme sırası şimdi de sende. Onlar sana iyilik babında her şeyin en iyisini yaptılar, şimdi de sen onlara en iyi şekilde hürmet et, saygı göster. “Onlardan biri veya ikisi yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme!” çünkü onlar sen küçükken yaptığın bunca yaramazlıklarına katlandılar, yeri geldiğinde sen onları sıkıntıya soktun ama onlar bunu da görmezden geldiler. Şimdi onların gayr-i ihtiyari yapacakları şeylerden dolayı sakın onlara “öf bile deme!” diyor Allah Yaşlı insanlar, alıngan olurlar bazen sizin için normal gelen bir söz bile onları incitebilir. Öyleyse bu yaşlılar anne-baba ise özellikle, kullanacağınız kelimelere, cümlelere ve konuşmalarınıza dikkat edin, çünkü onlar alınabilirler ve bu da sizin için günah olarak yeter. “Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger. "Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster" diyerek dua et.” İsra-24 “Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger.” Ayet-i kerimenin hemen başında, bir önceki ayetin devamı niteliğinde bir emir vardır. “Onlara merhametle kol kanat ger.” Yani onlar bunca sıkıntılar yaşamalarına rağmen senin için her şeyin en iyisini istediler, her şeyin en güzelini yaptılar veya yapmak için çabaladılar, şimdi de sıra sende. Artık onlar, ihtiyarlamış, belleri bükülmüş, kendi başlarına iş yapabilecek durumda değiller. Onların sana baktıkları gibi sen de onlara bak. "Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster" Ayet-i kerimenin son bölümünde ise Allah duayı emrediyor. Anne-babanın yaptığı bunca iyiliğin karşılığını elbette bir evlat hiçbir şekilde ödeyemez. Onlara bu yaptıkları iyilikler karşısında şükran sunmak için elinden gelen her şeyi yaptıktan sonra bir de onlar için dua ederek, Allah’tan onlara merhamet etmesini iste. Yaşarken ya da öldükten sonra da onlar için dua et. Çünkü amel defteri kapanmayan bir kısım insan da arkasında ona dua edecek hayırlı bir evlat bırakanlardır. “Kalplerinizdekini en iyi bilen rabbinizdir. Eğer iyi olursanız bilesiniz ki Allah kendisine yönelenleri bağışlayıcıdır.” İsrâ-25 İnsanı yaratan Allah’tır ve yaratıcı yarattığının her halinden haberdar olur. Şöyle düşünün, siz kendi başınıza bir yer inşa ettiniz. İnşa ettiğiniz yerin içinde nelerin olduğunu bilmez misiniz? Elbette bilirsiniz. Bila teşbih, Allah da insanı inşa edendir. Kalbi yaratan Allah’tır, düşünceleri yaratan Allah’tır. Dolayısıyla kendi yarattığı bir mahlûkun içinden geçirenleri bilmez mi? Haşa… “Allah kendisine yönelenleri bağışlayıcıdır.” Allah merhamet edenlerin en merhametlisi ve bağışlayanların en iyisidir. Ayetin sonunda tam olarak bu mesaj veriliyor; eğer siz Allah’a yönelir, O’nun istediği gibi yaşar ve hayatınıza O’nun istediği doğrultuda çeki düzen verirseniz O da sizi affeder çünkü O, çok bağışlayandır… “Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma!”, “Çünkü savurganlar şeytanların dostlarıdır. Şeytan da rabbine karşı çok nankördür.” İsrâ-26-27 Allah insanın dünyadaki sorumluluğunu sadece kendi yaşantısı ile sınırlı bırakmamıştır. İnsan, kendine karşı sorumlulukları olmakla birlikte yaşadığı topluma karşı da bir takım sorumluluklarla sorumlu tutulmuştur. Akrabaya yardım etmek, Müslüman bir insanın en temel görevlerinden biridir. “Sıla-i Rahim” olarak da bilinen akraba ilişkileri, sadece onları ziyaret etmekle sınırlı değildir, ihtiyaçları olduğu zaman onlar için elden geleni yapmak, hastalandıklarında ziyaret etmek, düğünlerinde davetlerine icabet etmek, cenazelerinde tüm gerekli yardımı sağlamak da bir haktır ve akrabadan sonra yoksul ile yolculara da hakkını vermeyi de emreder. Çünkü onlar da toplumun birer parçalarıdır ve bize verilen geniş nimetlerde ve zenginliklerde onların da payı vardır. Dolayısıyla elimizde olan nimetleri istediğimiz gibi gereksiz yere saçıp savurmaya hakkımız yoktur. Elimizdeki nimet üzerinde hakkı olan yoksul ve yolculara da haklarının tam olarak verilmesi gerekir. “Çünkü savurganlar şeytanların dostlarıdır. Şeytan da rabbine karşı çok nankördür.” İsrâ-27 Allah yukarıda vermiş olduğu son emrinden sonra savurganlığın kime has bir özellik olduğunu söyleyerek insanları uyarmaktadır. “Savurganlar şeytanların dostlarıdır” ancak şeytan dostları savurganlık yaparlar ve eğer biz Allah katında “şeytanın dostu” olarak anılmak istemiyorsak, akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını vermek zorundayız ve savurganlık yapmaktan uzak durmak zorundayız. “Zira şeytan Rabbine karşı çok nankördür.” Yani eğer biz savurganlık yaparsak ve Allah’ın emrettiği şekilde hayatımıza çeki düzen vermezsek o zaman biz de Şeytanın durumuna düşer ve Rabbimize karşı nankörlük etmiş oluruz. İsrâ Suresi 23-29. Ayetlerde verilen mesajlar bunlarla sınırlı değil. Ayetler devam ediyor, inceleyelim. “Eğer sen kendin dahi rabbinden umduğun bir lutfu beklemek durumunda ihtiyaç içinde olduğun için onlara ilgi gösteremiyorsan, hiç değilse kendilerine rahatlatıcı bir söz söyle!” İsra-28 Allah insana kaldıramayacağı bir sorumluluğu yüklemez. Evet, anne-baba, Allah’ın onlara bahşettiği merhamet duygusundan dolayı yemeyip-yedirseler de, içmeyip-içirseler de Allah yine de evlada taşıyamayacağı yükü yüklemiyor. İsra Suresi 28. Ayette mesaj vererek, eğer hiçbir maddi gücün yoksa onlara iyilik yapabilecek durumda değilsen, elin ayağın tutmuyorsa ve gerçekten kendin de yarıma muhtaç isen yine de onlar için bir iyilik yap ve onlara rahatlatıcı söz söyle. Nitekim Peygamber Efendimiz “Güzel söz sadakadır” buyurmaktadırlar. Yani insanın maddi olarak anne-babasına, akrabalara, yolcu ve yoksullara verebileceği bir şeyi yoksa da kişinin sadaka yerine geçen güzel söz söylemesi gerekir. Sayılan bu kişilerle karşılaştığında ya da onlarla birlikte iken maddi ve manevi sıkıntılarına derman olacak veya en azından sıkıntılarını giderecek güzel söz söylemesi de Allah’ın insana yüklediği bir sorumluluktur. İsra Suresi 23-9. Ayetlerde verilen mesajın son ayetinde ise Allah insanlara nasihatte bulunuyor. “Eli sıkı olma, ölçüsüzce eli açık da olma; sonra kınanacak, kendi kendine hayıflanacak duruma düşersin!” “Eli sıkı olmak” cimriliktir, var olduğu halde harcamamak, yardım etmemektir. Allah cimrileri sevmez ve bir hadis-i şerifte Efendimiz “Cimri Cennete giremez” buyurmaktadır. Eli sıkı olmanın zıddı ise “ölçüsüz olmak” yani savurgan olmaktır. Allah her iki durumu da yasaklamıştır. Ne cimri olmak ne de eli sıkı olmak gerekir, ikisi arasında yani “vasat” olmak gerekir. Allah İsra suresi 23-29. Ayetlerde verilen mesajları bu şekilde kullarına iletmektedir. Müslüman bir insan, yaratıcısının emrettiği her şeyi elinden geldiğinde yapmak ile mükelleftir ve ayetlere dikkat edilirse hiçbir mesaj, insanın yapamayacağı zorluklarda değildir zira Allah Bakara Suresi 286. Ayette "Allah hiçbir nefse gücünün yeteceğinden öte yük yüklemez” buyurmaktadır. Verilen mesajlar incelendiğinde de Allah’ın insana ağır yükler yüklemediği, kaldırabileceği, kaldıramayacağı durumlarda ise kolaylaştırıcı yöntemleri göstermiştir.
İsra suresi 36 ve Mülk suresi 23 ayetlerinde verilen mesajlar nelerdir? sorusunun cevabını kısaca yazdık. Kişinin bilmediği bir şeyin peşine düşmemesi, bilgisiz hüküm vermemesiAllah insana bilig edinmek için göz, kulak, dil vermiştir. Bu nimetleri kullanarak gerçek bilgini elde edilmesiVerilen nimetlere şükredilmesi mesajları ﴾36 ﴿Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan ﴾23﴿ De ki “Sizi yaratan, size işitme duyusu, gözler ve kalpler veren O’dur. Ne az şükrediyorsunuz!”
36- Bilmediğin şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz, kalp var ya, bunların hepsi konusunda sorguya çekileceksiniz. İşte bu kısa cümleler akıl ve kalp için harika bir yol göstermektedir. Bu yol insanlığın yeni yeni ulaşabildiği bilimsel metodu da kapsamaktadır. Kalbin dürüstlüğünü ve Allah'ın kontrolünü buna ilave etmektedir. İşte bu da İslâm’ı kuru akılcılık metodlarından ayıran en belirgin özelliktir! Bir haber, bir olay ve bir hareket hakkında kesin hüküm vermeden önce ciddi bir araştırma yapılması Kur'an-ı Kerim'in çağrısı gereğidir ve İslâm’ın hassas metodunun gereğidir. Kalp ve akıl bu yol üzere hareket ettiğinde artık inanç dünyasında kuruntulara ve saçmalıklara meydan verilmez. Hüküm, yargı ve sosyal ilişkiler dünyasında tahmine ve şüphelere yer verilmez. Araştırma, deneyim ve bilim dünyasında yüzeysel hükümlere ve kuruntuya dayalı teorilere meydan verilmez. Modern çağda insanların bilime kazandırmış olduğu saygınlık ve güven, Kur'an'ın kendisine bağlanılmasını istediği akli ve kalbi saygınlık ve güveninin bir parçasından başka bir şey değildir. Kur'an bu akıl ve kalbe verdiği güven ile insanı kulağından, gözlerinden ve kalbinden; kulağı, gözü ve kalbi veren Allah'a karşı sorumlu tutar. Bu organların, duyguların aklın ve kalbin güvenidir. İnsan bu emanetten sorumludur. Organlar duygular, akıl ve kalbin tamamı ondan sorulur. Bu öyle bir emanettir ki, insan ne zaman bir söz söylese, bir olayı anlatsa bir kişi veya olay veyahut iş hakkında hüküm verse vicdanı onun dikkati ve büyüklüğü karşısında tir tir titrer. "Bilmediğin şeyin ardına düşme." Kesin bir şekilde bilmediğin ve sağlıklı olduğunu kesin tesbit etmediğin şeylerin ardına düşme. Bu söylenen bir söz, aktarılan bir haber, yorumlanan bir olay, sebepleri belirlenen bir realite şer'i bir hüküm veya inançla ilgili bir mesele olabilir. Bir hadiste buyuruluyor ki "Zan ile hüküm vermekten sakınınız. Zira zan'da bulunmak sözlerin en yalanıdır." Ebu Davud'un Sünen'inde yeralan bir hadiste şöyle buyrulur; "İnsanın en kötü bineği, zannı ölçü almasıdır." Başka bir hadiste ise; "Yalanların en kötüsü kişinin gözleriyle görmediğini, onlara gördürmesidir." İşte bu şekilde ayetler ve hadisler bu eksiksiz mütekâmil metodu yerleştirmek üzere yoğunlaşmaktadırlar. Bu eşsiz metot aklı tek başına hükümlerini belirlemede, araştırmalarını sağlamlaştırmada ölçü olarak almaz. Aklın yanında kalbin düşüncelerini, direktiflerini, duygularını ve hükümlerini de değerlendirir. Olayın bütün birimleri ve bütün sonuçları kesin biçimde ortaya çıkarılıp sağlıklı sonuca varılmasını engelleyen her türlü kuşku ve tereddüt ortadan kaldırılmadan önce dil, tekbir söz söylemez. Tekbir olay aktarmaz. Tekbir rivayet nakletmez. Akıl hiçbir konuda, hüküm vermez ve insan hiçbir işte kesin çözüme kavuşmaz. "Bu Kur'an, en doğru yola iletir." Gerçekten de öyledir ve doğrudur. 37- Yeryüzünde şımarıklık taslayarak yürüme. Çünkü sen ne yeri delebilirsin ve ne de boyca dağlara erebilirsin. İnsan, kalbini bütün kullarına egemen olan Yaratıcı bilincinden boşalttığı zaman elindeki servetle, iktidarla, kuvvetle veya güzelliğiyle övünme. Böbürlenme hissine kapılır. Eğer elindeki tüm nimetlerin Allah tarafından kendisine verildiğini, Allah'ın gücü karşısında çok zayıf olduğunu hatırlayıp anlayacak olsa büyüklük taslaması söner, böbürlenmesi iner. Yeryüzünde şaşkın ve şımarmış bir şekilde değil, olgun bir şekilde gezinmeye başlar. Kur'an-ı Kerim bu kendini beğenmiş, üstünlük taslayan, gururlu insanı zayıflığı, acizliği ve basitliğiyle yüz yüze getirir. İnsan bedeni itibariyle çok zayıf, çok cılızdır. Allah'ın yaratmış olduğu büyük kitlelere ulaşamaz. O ancak Allah'ın kuvvetiyle güçlüdür. Allah'ın ona verdiği üstünlük sıfatıyla üstündür. Allah'ın kendisine üflediği soluk ile onurludur. İnsan ancak bu ruh vasıtasıyla Allah'la iletişim kurabilir. O'nun gözetimi altında olduğunu hissedebilir ve ancak bu şekilde O'nu unutmayabilir. Kur'an'ın kendisine çağırmış olduğu kibir ve böbürlenmenin ortadan kaldırılmasıyla oluşacak, alçak gönüllülük ve olgunluk insanın Allah'a karşı ve insanlara karşı edebini takınması ile gerçekleşecektir. Bu hem psikolojik ve hem de sosyal bir edeptir. Ancak kalbi dar, uğraşıları basit olan kof insanlar, bu edebi bırakıp böbürlenmeye ve kendini beğenmeye saplanabilirler. Böyle kimselerin şımardığından ve nimetini inkâr ettiğinden dolayı Allah'ın sevmediği gibi, kabardığı ve üstünlük tasladığı için de insanlar sevmezler. Bir hadiste buyruluyor ki "Kim Allah için alçak gönüllülük yaparsa, Allah onu yükseltir. O kendi içinde basit bir insandır. Fakat insanların katında büyük bir insandır. Kim de büyüklük taslarsa, Allah onu alçaltır; O kendi içinde büyüktür fakat insanların katında basit birisidir. Hatta o bu haliyle insanlara göre köpekten ve domuzdan daha adi bir yaratıktır.” Bu hadisi, İbn-i Kesir tefsirinde rivayet etmiştir. Çoğunluğu kötü işler ve sıfatların yer alması ile ilgili olan bu emirler ve yasaklar, Allah'ın bu kötü sıfatlardan hoşlanmadığının ilan edilmesiyle sona ermektedir 38- Saydığımız bütün bu davranış ve tutumların kötü olanları, Rabbin tarafından çirkin ve iğrenç sayılmışlardır.
22- Allah'a yanı sıra başka bir ilaha tapma. Yoksa horlanmış ve koruyucusuz bırakılmış olarak otura kalırsın. Bu şirkin yasaklanması ve akıbetinden sakındırılmasıdır. Aslında emir geneldir. Yalnız burada birey tek başına muhatap alınıyor ki, herkes bu emrin kendisine yöneltilen bir emir olduğunun, kendi şahsına yöneltildiğinin bilincine varsın. İnanç kişisel bir sorundur. Herkes bizzat kendisi ondan sorumludur. Tevhid inancından sapar herkesi bekleyen akıbeti ise, daha önce işlediği kötü fiillerden dolayı "oturması" ve "kınanması"dır. Kınanmış durumda otura kalmasıdır. Yardımcısız bırakılmasıdır. Allah'ın yardım etmediği kimsenin çok yardımcısı olsa da yalnız kalmış demektir. "Otura kalırsın" sözcüğü, kınanan ve yalnız bırakılan adamın halini tasvir ediyor. Yalnızlık kendisini kuşattığı için oturmuştur. Bu ifade aynı zamanda acizliğini zayıflığını da ortaya koymaktadır. Çünkü bu şekildeki bir hal, insanın en zayıf halidir. Acizlik ve yerine çakılıp kalmanın en güzel tasviridir. Bu aynı zamanda onların bu yalnızlık ve itilmişlik hallerinin sürekliliğine işaret etmektedir. Zira oturuş; hareket ve durum değişikliğini çağrıştırmaz. Öyleyse bu söz, özellikle burası için seçilmiş bir sözdür. 23- Allah yalnız kendisine kulluk sunmanı ve ana-babana karşı nazik davranmanı kesin hükme bağladı. Eğer ana-babadan biri ya da her ikisi yanında yaşlılık çağına ererlerse, sakın onlara "öf be, bıktım senden" deme, onları azarlama; onlara tatlı ve saygılı sözler söyle." Bu, şirkin yasaklanmasından sonra gelen ve yalnız Allah'a kul olmayı gerektiren bir emirdir. Yargı, hüküm biçiminde verilmiş bir emirdir. Bu, kesin bir hüküm kadar kesinlik ifade eden bir emirdir. "Hükme bağladı" sözcüğü bu emre bir pekiştirme anlamı katmaktadır, olumsuzluk ve istisna ifade eden "ancak" diye ifadesini bulan sınırlamayı da buna ilave etmeliyiz. "Yalnız kendisine kulluk yapın, başkasına değil." Böylece görülüyor ki, ifadenin tüm atmosferi pekiştirme ve sağlamlaştırma ile kuşatılmıştır. Böylece ilke belirlendikten ve temel atıldıktan sonra bireysel ve toplumsal yükümlülükler geliyor. Artık bu yükümlülüklerin Allah'ın birliği, inancından kaynaklanan sağlam bir temelleri vardır. Bu da yükümlülüklerin ve çalışmaların etkenlerini ve hedeflerini birleştirir. İnanç bağından sonra gelen ilk bağ aile bağıdır. İşte bu nedenle surenin akışı içinde anne-babaya iyilik, Allah'a kulluğa bağlanmaktadır. Bu da söz konusu iyiliğin Allah katındaki değerini ortaya koymaktadır. Eğer ana-babadan biri ya da her ikisi yanında yaşlılık çağına ererlerse, sakın onlara "öf be, bıktım senden" deme. Onları azarlama. Onlara tatlı ve saygılı sözler söyle. 24- Onlara karşı besleyeceğin acıma duygusunun etkisi ile önlerinde alçak gönüllülük kanatlarını indir ve de ki; "Ey Rabbim onlar küçükten beni nasıl büyüttüler ise, Sen de öyle merhamet et. " İşte Kur'an-ı Kerim gönülleri rahatlatan ifadelerle ve yüklü tablolarla çocukların kalplerinde iyilik ve merhamet duygularını coşturmaya çalıştırmaktadır. Çünkü hayat, kendi yolunda harekete iter. Herkesi hayattan daha fazla pay almaya sürükler. Onların en güçlü arzularını hep ileriye, çocuklarına, yeni yetişen kuşağa doğru yöneltir. Onlar çok az arzularını, geriye anne-babaya, geçmiş hayata, geçip-giden kuşağa yöneltirler. İşte bu nedenle çocukların geriye doğru duygulanmaları için, onların vicdanlarının güçlü bir şekilde coşturulması, annelere ve babalara yöneltilmesi gerekir. Anne ve baba doğuştan gelen duygularla, çocuklarını korumaya yöneltilmiş bulunmaktadırlar. Onlar her şeylerini, hatta hayatlarını çocukları yolunda feda etmeye yatkın biçimde yaratılmışlardır. Tohumdan çıkan fidanın tohum tanesindeki bütün gıda maddelerini emerek onu kapak haline getirdiği, bir civcivin yumurtanın içindeki bütün gıdaları yiyerek onu bir kabuktan ibaret bıraktığı gibi çocuklar da anne-babalarının güzel nimetlerini, çabalarını, sağlıklarını ve bütün enerjilerini emerek onları -eğer ömürleri vefa ederse- düşkün ihtiyarlar haline getirirler. Buna rağmen yine de anne ve baba hallerinden mutludurlar. Çocuklar ise, bunların hepsini çok çabuk unuturlar, ileriye dönük rollerini yerine getirmeye koşarlar. Eşlerine ve çocuklarına yönelirler. Böylece hayatın akışı devam eder. İşte bu nedenle anne-babaların çocuklarına iyi davranmaları için özel bir övgüye ihtiyaçları yoktur. Bu konuda vicdanları sağlam bir şekilde coşturulması gerekenler çocuklardır. Onlara hatırlatılmalıdır ki, kuru bir ceset haline dönene kadar bütün enerjilerini ve imkânlarını, onlar için harcayan kuşağa karşı görevlerini hatırlasınlar! Burada anne-babaya iyilik emri, pekiştirilmiş bir emir anlamı taşıyan, Allah tarafından belirlenmiş bir hüküm şeklinde veriliyor. Bundan daha önce ise, Allah'a kulluk yapılması pekiştirilmiş bir biçimde verilmişti. Surenin akışı, havayı en ince gölgelerle gölgelendirmeyi, vicdanı; çocukluk hatıraları, sevgi, merhamet ve acıma duyguları ile coşturmaya başlıyor. Büyüklüğün kendisine özgü bir saygınlığı vardır. Büyüklüğün zayıflığı ise çok anlamlı bir olgudur. "Yanında" sözcüğü yaşlılık ve zayıflık dönemindeki sığınmayı ve himayesine girmeyi dile getirmektedir. "Sakın onlara "öf be, bıktım senden" deme, onları azarlama." İşte, bu, korumanın ve onlara karşı edebini takınmanın ilk şartıdır. Böylece evlâdın sıkıcı ve üzücü hareketlerden sakınması, aşağılama ve edepsizlik olarak değerlendirilebilecek tutumlardan uzaklaşması sağlanmış olmaktadır. "Onlara tatlı ve saygılı sözler söyle." Bu ise yapıcılığı açısından daha etkili bir tavırdır. Onlara karşı konuşması, saygı ve hürmeti çağrıştırmaktadır. “Onlara karşı besleyeceğin acıma duygusunun etkisi ve önlerinde alçak gönüllülük kanatlarını indir." Burada ifade daha berraklaşıyor. Ve daha yumuşuyor. Kalbin ortasına ve vicdanın her tarafına ulaşıyor. Bu, gözlerini dahi kaldırıp bakmayan ve hiçbir dediğini iki yapmayan bağlılığı andıran merhametin incelen ve yumuşayan şeklidir. Burada sanki, boyun eğmenin kanadı vardır. Onu geriyor. Barışı, huzuru ve teslimiyeti simgeliyor bu kanat geriş… "Ey Rabbim, onlar küçükken beni nasıl büyüttüler ise, sen de öyle merhamet et" de. Bu evlâdın, annesi ve babası tarafından korunduğu güçsüz çocukluk günlerini hatırlamasıdır. Şimdi anne-baba aynı kendisinin çocukluk günleri gibi zayıf, korunmaya ve şefkate muhtaç durumdadır. Burada çocuk durup onlara merhamet etmesi için Allah'a yöneliyor. Çünkü Allah'ın rahmeti geniştir, koruması daha kapsamlıdır, Allah'ın himayesi daha boldur. Onlar kanlarını ve yüreklerini bu yolda harcadıkları için yüce Allah onlara, evlâdın gücünün yetmediği şeylerle ödüllendirebilir. Hafız Ebu Bekir Bezzar kendi -rivayet zinciri ile- Bureyde'den o da babasından rivayet ediyor ki, "Bir adam Hac'da annesini sırtına almış Kâbe'yi tavaf ettiriyordu. " Bu arada Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- "Onun hakkını ödeyebildin mi?" diye sordu. Peygamberimize "Hayır hamileyken aldığı bir nefesin hakkını daha ödeyemedin" buyurdu. Surenin akışı içindeki bütün tepkiler ve hareketler inanç sistemine bağlandığından, bu noktadan hemen sonra her şeyin, niyetlerdekini, sözlerin ve işlerin perde arkasını bilen Allah'a döneceği belirtiliyor.
67 SuredirMekkede inmiştir30 ayettirİçerdiği konularAllahın varlığı, birliği, büyüklüğü, hükümranlığı, tek yaratıcı oluşu, hayatın ve ölümün varlık amacı, Ba's , insanlığın vahye olana ihtiyacı
isra 36 ve mülk 27 ayetlerinin vermek istediği mesajlar